Noel’in Kurtarılmaya İhtiyacı Yok!

Bayram gelenekleri bize zaten sahip olduğumuz kurtuluşu hatırlatıyor

Christianity Today December 21, 2023
Illustration by Christianity Today / Source Images: Unsplash / Getty

Ailemizde, Aralık ayı boyunca oturma odamızda Noel filmleri ve özel TV programları yer alır. Ve bunca yıl sonra, dört çocuğumuzla birlikte kanepeye uzanıp ekran karşısında otururken, ortak bir tema gözlemledik: Noel kurtarılmaya muhtaçtır. “Noel’i Kurtarmak” kinayesi pek çok şekilde karşımıza çıkabilir, ancak bilindik kalıbı genellikle bir krizle başlar, bazen de en düşünülemez ihtimalleri gündeme getirecek kadar korkunçtur: Noel kutlamalarının iptal edilmesi. Bu filmlerde sıkça gördüğümüz bir konudur.

Genellikle, kaçınılmaz bayram felaketinin nedeni ya da koşulu bir tür şüphe, inançsızlık ya da dönemsel sinizmdir: Halkın dikkati dağıldığı ve hayal kırıklığına uğradığı için Noel şüpheciliği artıyor! Noel Baba’ya olan inanç endişe verici boyutlara ulaşmıştır ve Noel Baba’nın kızağının hareket edebilmesi için daha fazla Noel ruhuna ve bayram neşesine ihtiyacı vardır!

Bayramın neşesi çoğu zaman tehlikede ve tehdit altında olduğundan, bayram filmlerinin Noel’i kırılgan, savunmasız bir şeydir: zor durumda, iptal edilebilir ve kurtarılmaya muhtaçtır. Bu film ve dizilerin temel konusu, Noel’in bir kurtarıcıya ihtiyacı olduğuna dair temel inançtan doğar.

Sonuç olarak, ana karakterleri tam da bu zorluğun üstesinden gelmelidir. Noel’i kurtarma görevi bize düşüyor. Bunu biz yapabiliriz! Ve tüm bunlar öncelikle bir inanç egzersizi yoluyla yapılır. Yani büyüye, umut ve nezaket gibi dönemsel ideallere, Noel Baba’ya veya Aziz Nikolas’ın her şeye rağmen tam zamanında geleceğine olan inançla. Ancak bayram filmlerinin ve özel programların Noel’i için eşit derecede tehdit edici olan, kendi yeteneklerimizden ve kişisel kaynaklarımızdan şüphe duymaktır. Kahramanlar kendi içlerine bakmalı ve içlerindeki gücü yeniden keşfetmeli, bayram sevinci ve neşesi için yenilenmiş bir kapasiteye sahip olmalıdır. Tek yapmamız gereken kalbimizin derinliklerine inmek ve Noel sihrine, Noel Baba’ya ve özellikle de kendimize inanmaktır. Ve jenerik şenlikli bir müzik eşliğinde döndüğünde, bayramlar kurtarılmış olacaktır!

Bu filmler ve Noel özel programları kurtuluş, inanç, umut ve sevgi gibi büyük teolojik temaları işlemektedir. Yine de senaristler, bu idealleri ilahi olandan ayırmak, bunun yerine insan kapasitesi ve yeteneğine bağlamak için sekülerizmle sözlü olmayan bir sözleşmeye bağlı görünüyorlar. Şartlar ve koşullar altında sihirden biraz yardım alınmasına açıkça izin verilse de seküler insanlar içlerinden başka nereye bakabilirler ki?

Hristiyan izleyiciler için “Noel’i kurtarma” temasında belirgin bir ironi vardır. Noel gerçekten de kurtuluşla ilgilidir ama kendi kurtuluşuyla değil. Noel bizim kurtuluşumuzla, kahramanlarının kurtarılmasıyla ilgilidir. Noel kriz içinde değildir; insanlık durumumuzun krizini çözer.

Açık olmak gerekirse, Hristiyanları televizyon karşısında kollarımızı kavuşturup oturarak Hollywood’un bir Hristiyan kutlamasını kötüye kullanması karşısında homurdanan teolojik Grinç’ler olmaya çağırmıyorum. İnançlar elbette farklılık gösterebilir, ancak ben yine de popüler kültürün mevsimlik yapımlarıyla eğlenebileceğimizi düşünüyorum, gülerken biraz büzülsek bile.

İsa’nın doğumuyla ilgili İncil’de anlatılanlarda ilk Noel’in tehlikede ve kırılgan göründüğü de doğrudur. Özellikle Matta, hamile bir bakirenin şaşırtıcı skandalı ve erken dönem Advent düşmanlarının ciddi tehdidiyle başlayan, kıl payı atlatılan ve kıl payı kaçırılan olaylarla bizi koltuklarımızın kenarına çeker. Scrooge’dan çok daha karanlık ve günümüzün “kötü Noel Baba” larından çok daha güçlü bir düşman olan Büyük Hirodes’in tarifsiz şiddeti, orijinal senaryonun aile dostu olmadığını bize hatırlatmaya yeter.

Günümüzdeki Noel deneyimimizin de kurtarılması gerekebilir. C.S. Lewis gibi alaycılar bize kültürümüzün bizi mevsimin daha kutsal şeylerinden nasıl uzaklaştırdığını hatırlatıyor. Bayramın boş duygusallığına ve çıldırmış tüketimciliğine karşı koymaya çalışsak da yine de kutlamayı ve başkalarının dolaylı sevincine katılmayı seçiyoruz.

Bu aynı zamanda çoğumuzun kederlerimizin keskinleştiği, endişelerimizin arttığı ve yalnızlığımızın daha kasvetli olduğu bir yıl. Yine de ister sevdiklerimizi kaybetmiş olalım, ister ailemizden ya da inancımızdan uzaklaşmış hissedelim, Tim Challies’in CT için yazdığı gibi, “Noel kırık kalpler için mutlu bir gündür”, çünkü umutsuz bir yas tutmayız.

Bununla birlikte, Noel’in kendisinin bir kurtarıcıya ihtiyacı yoktur. Noel insanların Noel’i kurtarma mevsimi değil, Tanrı’nın Oğlu Mesih aracılığıyla insanları kurtarmasını kutlama mevsimidir. Noel'in kurtarılmaya ihtiyacı yoktur, bizim vardır.

Kendi içime derinlemesine baktım ve bulduğum şey yeterli değil. Tüm bu karanlığın ve eksikliklerin ortasında hala sebat etmeye ve bazı zorlukların üstesinden gelmeye çalışabilirim. Ancak kendimi kurtarmak için gerekli ve yeterli kaynaklara sahip değilim. Kendi kendimi kurtaracak donanıma sahip değilim. Başarısız kapasitelerimin ve sınırlı yeteneklerimin dışından birine ihtiyacım var.

Bu bayram -kutsal gün- bize “Davut’un kentinde bir Kurtarıcı’nın, Rab Mesih’in” (Luka 2:11, ESV) doğduğunu ve onun geri dönüşünü beklediğimizi bildirir: “Sizden alınıp göğe götürülen bu İsa, göğe gittiğini gördüğünüz gibi geri gelecektir” (Elçilerin İşleri 1:11).

Mesih’in Beden Alması bir kesinti, bir izinsiz girişti. Bu kesinti nazikti – Söz yeni doğmuş beden oldu, çaresizlik ve savunmasızlık içinde geldi. Ve bu müdahale sevgi doluydu – “çünkü Tanrı dünyayı o kadar sevdi ki biricik Oğlunu verdi” (Yuhanna 3:16).

Noel, ebedi bir Tanrı’nın geçici bir dünyanın eşiğinden geçişini kutlar. Göksel bir yabancının, düşmüş bir insanlığı kurtarmak için çirkin bir sahnede beliren “öteki” ve ilahi birinin gelişini duyurur. Mesih'in Beden Alması ilahi bir göçtür, Tanrı’nın kapımızı çalmak için karaya çıkmasıdır.

Noel, insani başarısızlığımız, düzensiz yaratılışımız ve işlevsiz toplumlarımızın elindeki gerçek krizlere hitap edebilecek tek Kurtarıcının sahneye girişiydi. Ve onun senaryosunu biz yazmadık, girişini de biz işaret etmedik.

Noel’in kurtarılmaya ihtiyacı yoktur. Ama o kapıyı açtığımızda kendi kurtuluşumuzu buluruz. O zaman yorgun dünya sevinir – ebedi sonunu hevesle beklerken bile.

Andrew Byers, Cambridge Üniversitesi Ridley Hall’da Yeni Ahit alanında öğretim görevlisidir.

Translation by Miras Publishing.

Gel ve Gör, Rab Ne İyidir

Advent çelenkleri, labirentler ve Haç için ayrılan özel alanlar müjdeyi yeniden kavramama yardımcı oluyor.

Christianity Today December 16, 2023
James O'Neil / Unsplash / Edits by CT

Birkaç yıl önce, Presbiteryen kilisemdeki kadın hizmeti hafta sonunu bir Katolik dua inzivasında geçirdi. Günler derin düşünme ve dua ile doluydu ve ben bir öğleden sonrayı ormanlık arazide dolaşarak geçirdim. Haç alanları ile ilk kez burada karşılaştım.

Her bir alan, Pilatus’un İsa’yı mahkum etmesi ya da İsa’nın çarmıha gerilmesi gibi Çarmıha Gerilme hikayesinin bir bölümünü tasvir eden metal bir levhanın bulunduğu büyük bir kayadan oluşuyordu. Taşlar, meşe ve akçaağaç gölgeliklerinin içinde, köpüren bir derenin kenarına yerleştirilmişti ve başlangıçta doğanın içinde güzel bir yürüyüş bekliyordum. Ancak yol boyunca ilerledikçe, fiziksel işaretler çarmıhın ve müjdenin tüm hikayesinin içimde yeniden yankılanmasını sağladı.

Dua labirentleri ve Advent çelenkleri gibi diğer somut tapınma uygulamaları gibi, Haç Alanları da inancımızı somutlaştırmaya yardımcı olur. Gnostisizme ve dikkat dağınıklığına karşı bir siperdirler ve bize İsa’da beden almış bir Tanrı’nın (Yuhanna 1:14), kalbimiz, zihnimiz ve ruhumuz kadar fiziksel bedenlerimizle de sevmemiz gereken bir Tanrı’nın (Markos 12:30) izinden gittiğimizi hatırlatırlar. Ayrıca, Tanrı'nın bizim içimizde ve bizim aracılığımızla yaptığı işlerin yanı sıra, bizden önce bu efsanevi uygulamaları geliştiren ve koruyan Hristiyan nesillerini de anımsatırlar.

Kutsal Yazılar anımsama çağrılarıyla doludur. Mezmur 105 “Yaptığı mucizeleri anımsayın” derken, 1. Korintliler 11:24 “onu anmak” için Rabbin sofrasını yapmamızı söyler. Haç Alanları bize her zaman hatırlamaya değer olan şeyi düşünmemiz için özel bir yer sağlar: Mesih’in kurbanı aracılığıyla Tanrı’nın lütfuyla kurtulduğumuzu ve Tanrı’nın fiziksel yaratımıyla işinin bitmediğini, dünyayı kurtarmak ve yenilemek için çalışarak aramızda aktif kaldığını.

Bu uygulamanın aceleye getirilmemiş fizikselliği o öğleden sonraki dua hayatım için bir nimetti – İstasyonlar yavaş, meditatif bir şekilde yürünmek içindir – ve dolaşırken dualarımın daha odaklanmış ve daha az soyut hale geldiğini gördüm. Dua labirentleri de benzer bir etki için tasarlanmıştır.

Labirentler dairesel labirentler gibi görünür, ancak iki aşamada yürünürler. İlk olarak, fiziksel olarak Tanrı’ya dualar, yakarışlar ve sorular getirerek merkezi ararız. Daha sonra merkeze ulaştıktan sonra labirentin kenarına geri dönerek Tanrı’ya hizmet için yenilenmiş, müjdeye yeniden odaklanmış ve dikkat dağınıklığına eğilimli zihinlerimizden ve duygu yüklü kalplerimizden çıkıp Mesih’le daha gerçek bir birliktelik için dünyaya dönmeye hazırlanırız.

Bu alanlar ve labirentler, bizim yapmaya eğilimli olabileceğimiz gibi, yorgun bedenlerimizi görmezden gelmez. Bunun yerine, adım adım bizi Tanrı’ya yaklaştırırlar – yorgun bacaklarımıza, kırık kalplerimize ve terli ellerimize rağmen değil, onlar tarafından ve onlar aracılığıyla.

Günümüzde yaygın olarak Katoliklikle ilişkilendirilse de, her iki uygulamanın da köklerinin, İsa’nın çarmıha yaklaşırken attığı adımları takip eden ilk Hıristiyanların hac yolculuklarına dayandığına inanılmaktadır. İstasyonlar ve labirentler zor, tehlikeli ve pahalı hac yolculuklarına yerel bir alternatif sunarak erken kilisede ve Orta Çağ’da Hristiyanların ulaşılabilir bir ölçekte somut bir dua ve hatırlama yolculuğu deneyimlemelerine olanak sağlamıştır.

Labirentin temel konsepti daha da eskidir ve Antik Yunan’daki Theseus ve Minotaur hikayesine kadar uzanır. Hristiyanlar bu fikri yeniden ele alarak ilk kez dördüncü yüzyılda Cezayir’deki bir kilisede ibadet için bir labirent kullanmışlardır. Erken dönem labirentleri minyatür bir hac yolculuğu işlevi görmenin yanı sıra Hıristiyan yolculuğunun dönemeçlerini de temsil ediyordu. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllar boyunca erken ortaçağ kiliselerinde giderek daha popüler hale geldiler ve kilisenin ikinci bin yılında Avrupa kıtasına yayıldılar.

Ve dua labirentleri, kökleri pagan bir bağlama dayanan müjdenin tek fiziksel işareti değildir. Advent çelengi de, defne ve zeytin dallarından oluşan çelenklerin büyüklük ve zenginliği sembolize etmek için taç olarak takıldığı antik Greko-Romen kültüründen ve bahar umudunu sembolize etmek için yaprak dökmeyen çelenkler kullanan erken ortaçağ Avrupa’sındaki Germen kabilelerinden gelmektedir.

Kilise bu çelenkler için yeni ve daha iyi kullanım alanları buldu. Yaprak dökmeyen yaprakları hem Mesih aracılığıyla sonsuz yaşamı hem de Tanrı’nın sonsuz doğasını sembolize etmek için yapılmıştır. Çobanpüskülü ağaçlarının kırmızı meyveleri ve dikenli yaprakları İsa’nın kanını ve acı veren dikenli tacını hatırlatırdı.

Daha az eski bir gelenek olsa da, Advent mumları, sabırlı ve aşamalı Haç İstasyonları gibi meditasyon ve hatırlamayı teşvik eder. Genellikle Advent çelenginin üzerinde veya yakınında sergilenen ve Noel’e giden haftalarda yavaşça yakılan mumlar bize inancımızın çok değer verdiği “olacak ama henüz değil” gerilimini hatırlatır. Advent’e yaklaştıkça seviniriz; ancak bu dünyayı dolduran acı ve kederin de farkındayızdır ve İsa’nın tekrar geleceğini umutla hatırlarız.

Müjde kurtuluşun muhteşem bir resmidir. Ancak çok iyi bildiğimiz öyküler, ayetler ve vaazlardaki mucizeyi unutarak kolayca yolumuzdan sapabiliriz. İnancımızın bu fiziksel hatırlatıcıları bizi tekrar odak noktamıza getirebilir, düşünme ve somutlaştırma için alan yaratarak müjdenin güzelliğini bir kez daha, adım adım, sıra sıra, mum mum kavramamızı sağlayabilir.

Rabekah Henderson inanç, mimari ve çevremizdeki inşa edilmiş dünyayı ele alan bir yazardır. Raleigh, NC’de yaşıyor ve Mere Orthodoxy, Common Good ve Dwell’de yer aldı.

Translation by Miras Publishing.

Gazze’deki Hristiyanlar Güneye mi Kaçmalı, Doğuyu Tahliye mi Etmeli, Yoksa Kilise Sığınaklarında mı Kalmalı?

Hasta, aç ve yorgun Filistinli Hristiyanlar IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) tarafından kuzey şeridini terk etmeye çağrılırken, dışarıdan destek verenler Batı Şeria’ya kaçışı tartışıyor. Geçici ateşkes bu amaçla hareket etmek isteyenlere karar vermek için bir fırsat penceresi sunuyor.

Christianity Today December 5, 2023
Ahmad Hasaballah / Getty Images

İki hafta önce Gazze'deki Katolik kilisesine sığınan iki Hristiyan kadın İsrail Savunma Kuvvetleri'nden (IDF) telefon aldı. Askerler onlara ve dolayısıyla Hristiyan cemaatinin geri kalanına beş gün içinde sığındıkları yerleri terk etmelerini söyledi. Gazze'nin geri kalan sivil nüfusu gibi onlar da güneye gitmeliydi.

Üzerinden geçen 15. gün ve dört günlük geçici ateşkes uzatıldı.

Bir IDF yetkilisi Christianity Today’e Gazzeli Hristiyanlara özel bir direktif verilmediğini söyledi. Kalanlar hedef alınmayacak, ancak güvenlikleri garanti edilemiyor.

Ancak son altı gündür yaşanan sakinliğe rağmen, çoğu Gazze'deki yaklaşık 1.000 Hristiyan'ı barındıran en büyük iki kilisede kalmayı tercih ediyor. CT kaynaklarına göre bazı Hristiyanlar erzak ve daha sıcak giysiler toplamak için kısa süreliğine evlerine döndü. Bazıları ise evlerini yıkılmış halde buldu.

Hem Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi hem de Kutsal Aile Katolik Kilisesi şeridin kuzey ucunda, başkent Gazze Şehri'nde yer alıyor.

Ateşkesin ilk şartlarına göre 50 İsrailli rehine 150 Filistinli mahkumla takas edilecek. İsrail, serbest bırakılan her 10 rehine için bir günlük uzatma yapılabileceğini ancak ateşkes sona erdiğinde Hamas'ı askeri olarak takip etmeye devam edeceğini belirtti.

Tehlikeye rağmen -aslında bu yüzden- Gazze'deki Hristiyanlarla düzenli temas halinde olan bir Hristiyan lider onların yerlerinde kalmalarını istiyor.

Filistin İncil Cemiyeti Direktörü Nashat Falamon ateşkes öncesinde CT'ye verdiği demeçte, "Dünyanın her yerinde İsa'nın bedeni (ç.n evrensel olarak tüm kilise) Gazze Şeridi'ndeki Hristiyanları korumak, ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara yardım etmek için çok çalışmalı," dedi. "Bence ayrılmaya teşvik edilmemeliler çünkü ayrılmak son derece korkutucu ve tehlikeli. Bunu başaracaklarının hiçbir garantisi yok. Onların korunması bizim en önemli önceliğimiz olmalı."

Gazze'nin Hristiyan toplumu için güneye kaçmak neredeyse imkânsız bir talepti. Savaş şiddetleniyor, yakıt kıt ve ulaşım ağları devre dışı. Kaynaklar, aralarında Gazze Baptist Kilisesi'nin eski papazının eşi, çocukları ve ebeveynlerinin de bulunduğu yaklaşık 75 kişinin yabancı pasaportlarla tahliye edilmeyi başardığını söyledi. Diğerleri çalışır durumdaki hastanelere taşınırken, 19 Ekim'deki hava saldırısı ya da hastalıklar nedeniyle yaklaşık 20 kişi hayatını kaybetti.

"Kalplerimiz kırık, korku ve üzüntü içindeyiz" diyen iki çocuk annesi Filistinli bir Hristiyan annenin ifadeleri ABD merkezli ve Gazze odaklı bir hizmet tarafından yayınlandı. "Bizler barışçıl Hristiyanlarız ve her iki taraftan da gelen şiddeti reddediyoruz. İsa'nın bize öğrettiği gibi sevgi, barış için en etkili silahtır."

Ailesini korumak için adının açıklanmasını istemeyen kadın, İsrail füzesinin Aziz Porphyrius Kilisesi yakınlarına düşmesi sonucu en yakın arkadaşını, kuzenlerini, yeğenlerini ve onların çocuklarını kaybetmiş. Özellikle yeterli gıda olmamasından etkilenen çocuklarının psikolojik durumuna da dikkat çekiyor. Kaynaklar, patlamada yedek stokların çoğunun zarar gördüğünü söyledi.

"Her yerde ölüm görüyoruz. Her yerde ölüm kokusu alıyoruz," dedi. "Ama üzüntü, acı ve kalp kırıklığının ortasında İsa Mesih'in yüzüne bakıyoruz."

Filistin İncil Topluluğu, barınan kilise cemaatine yiyecek, battaniye ve ilaç sağlanmasına yardımcı oldu. Cemiyetin kıyı şeridinde uzun bir geçmişi var ve daha önce yaşanan trajedinin anısı bugün de Hristiyanları endişelendiriyor.

2006 yılında, Hamas'ın Gazze'nin kontrolünü ele geçirmesinden kısa bir süre sonra İncil Cemiyeti'nin merkezi bombalanmıştı. Aylar sonra da müdürü Rami Ayyad öldürüldü. İslamcı hareket bu olayları kınasa da kimse adalet önüne çıkarılmadı.

Falamon, 7 Ekim terör saldırısının, Ayyad'ın öldürüldüğü günün üzerinden 16 yıl sonra gerçekleştiğini belirtti.

İncil Cemiyeti de mevcut savaştan kaçamadı. Kasım ayı başlarında İsrail'in füze ateşi ofisi "tamamen yıkarken" iki personel de yaralandı. Yaralılar en yakın hastaneye kaldırılmış ancak hayati tehlikeleri olmadığı için geri gönderilmişlerdi. Şu anda Anglikan kilisesi tarafından işletilen ve Gazze Baptist Kilisesi'ne ev sahipliği yapan El-Ahli Arap Hastanesi'nde de aşırı yük ve yetersiz malzeme var.

Havalar soğudukça acılar da artıyor. Kaynaklar, ailelerin altı hafta önce evlerini terk ettiklerinde kiliseye yazlık kıyafetlerle geldiklerini söyledi. Daha korunaklı kıyafet ihtiyacı yaşlı bir kadının hayatına dahi mal oldu.

Gazze Baptist Kilisesi'nin eski papazı Hanna Massad'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kaynağa göre, kilisenin 84 yaşındaki piyanisti Elham Farah 12 Kasım'da evinin çatısında bir keskin nişancı tarafından bacağından vuruldu. Farah, Kutsal Aile Katolik kilisesinden ayrılıp ceket almak için evine dönmüş, ancak komşuları ona ulaşamayınca kan kaybından ölmüştü. Akrabalarına göre, yardım için yeğenini ararken son sözleri dua talebiydi.

Yeğeni Rand Markopoulos, Farah'ı anmak için "Gazze’de doğdun” diye yazdı, "ve Gazze'de ebediyen dinlenebilesin.”

Kaynaklar Latin Kilisesi'nin Kudüs'teki Patrikhaneye başvurarak Papa Fransua'dan Gazzeli Hristiyanların güvenli bir yere ulaşabilmeleri için devreye girmesini talep ettiğini bildiriyor. Ancak şu ana kadar somut bir plan paylaşılmadı.

Papa Fransua geçtiğimiz hafta Gazzeli Hristiyanlar ve Yahudi rehinelerin ailelerinden oluşan farklı heyetleri ağırladı. Yaşadıkları ortak acının farkında olarak barış için dua etti ancak çok eleştirilse de "bu artık savaş değil, terörizmdir" dedi.

Papa ile görüşen delegeler arasında Filistinli bir Müjdeci de vardı: Beytüllahim İncil Koleji'nde (BethBC) İncil çalışmaları ve misyon dersleri veren Yousef Khouri. Kendisi Gazze'de büyümüş ve ailesi hala orada, ancak günlerdir onlarla iletişim kuramıyor. CT'ye verdiği demeçte, savaşın yan hasarı olarak evlerini kaybeden düzinelerce Gazzeli Hristiyan aile tanıdığını söyledi. Ayrıca Filistinli Hristiyanların şu anda "etnik temizlikle" karşı karşıya olmasından endişe duyuyor.

Bir IDF yetkilisi CT'ye Gazzeli Hristiyanlara özel bir direktif verilmediğini söyledi. Kalanlar hedef alınmayacak, ancak güvenlikleri garanti edilemeyecek.

Ancak son altı gündür yaşanan sükunete rağmen, çoğu Gazze'deki yaklaşık 1.000 Hristiyanı barındıran en büyük iki kilisede kalmayı tercih ediyor. CT kaynaklarına göre bazı inananlar erzak ve daha sıcak giysiler toplamak için kısa süreliğine evlerine döndü. Bazıları ise evlerini yıkılmış halde buldu.

Hem Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi hem de Kutsal Aile Katolik Kilisesi şeridin kuzey ucunda, başkent Gazze Şehri'nde yer alıyor.

Ateşkesin ilk şartlarına göre 50 İsrailli rehine 150 Filistinli mahkumla takas edilecek. İsrail, serbest bırakılan her 10 rehine için bir günlük uzatma yapılabileceğini ancak ateşkes sona erdiğinde Hamas'ı askeri olarak takip etmeye devam edeceğini belirtti.

Tehlikeye rağmen -aslında bu yüzden- Gazze'deki Hristiyanlarla düzenli temas halinde olan bir Hristiyan lider onların yerlerinde kalmalarını istiyor.

Filistin İncil Cemiyeti Direktörü Nashat Falamon ateşkes öncesinde CT'ye verdiği demeçte, "Dünyanın her yerinde İsa'nın bedeni Gazze Şeridi'ndeki Hristiyanları korumak, ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara yardım etmek için çok çalışmalı," dedi. "Bence ayrılmaya teşvik edilmemeliler çünkü ayrılmak son derece korkutucu ve tehlikeli. Bunu başaracaklarının hiçbir garantisi yok. Onların korunması bizim en önemli önceliğimiz olmalı."

Gazze'nin Hristiyan toplumu için güneye kaçmak neredeyse imkânsız bir talepti. Savaş şiddetleniyor, yakıt kıt ve ulaşım ağları devre dışı. Kaynaklar, aralarında Gazze Baptist Kilisesi'nin eski papazının eşi, çocukları ve ebeveynlerinin de bulunduğu yaklaşık 75 kişinin yabancı pasaportlarla tahliye edilmeyi başardığını söyledi. Diğerleri çalışır durumdaki hastanelere taşınırken, 19 Ekim'deki hava saldırısı ya da hastalıklar nedeniyle yaklaşık 20 kişi hayatını kaybetti.

"Kalplerimiz kırık, korku ve üzüntü içindeyiz" diyen iki çocuk annesi Filistinli bir Hristiyan annenin ifadeleri ABD merkezli bir Gazze bakanlığı tarafından dağıtıldı. "Bizler barışçıl Hristiyanlarız ve her iki taraftan da gelen şiddeti reddediyoruz. İsa'nın bize öğrettiği gibi sevgi, barış için en etkili silahtır."

Ailesini korumak için adının açıklanmasını istemeyen kadın, İsrail füzesinin Aziz Porphyrius yakınlarına düşmesi sonucu en yakın arkadaşını, kuzenlerini, yeğenlerini ve yeğenlerini kaybetmiş. Özellikle yeterli gıda olmamasından etkilenen çocuklarının psikolojik durumundan yakındı. Kaynaklar, patlamada yedek stokların çoğunun zarar gördüğünü söyledi.

"Her yerde ölüm görüyoruz. Her yerde ölüm kokusu alıyoruz," dedi. "Ama üzüntü, acı ve kalp kırıklığının ortasında İsa Mesih'in yüzüne bakıyoruz."

Filistin İncil Topluluğu, barınan kilise cemaatine yiyecek, battaniye ve ilaç sağlanmasına yardımcı oldu. Cemiyetin kıyı şeridinde uzun bir geçmişi var ve daha önce yaşanan trajedinin anısı bugün de Hristiyanları endişelendiriyor.

2006 yılında, Hamas'ın Gazze'nin kontrolünü ele geçirmesinden kısa bir süre sonra İncil Cemiyeti'nin merkezi bombalanmıştı. Aylar sonra da müdürü Rami Ayyad öldürüldü. İslamcı hareket bu olayları kınasa da kimse adalet önüne çıkarılmadı.

Falamon, 7 Ekim'deki terör saldırısının Ayyad'ın öldürülmesinin üzerinden 16 yıl geçtiğini belirtti.

İncil Cemiyeti de bu mevcut savaştan kaçamadı. İsrail'in füze ateşi Kasım ayı başında ofisi "tamamen yıkarken" iki personel de yaralandı. Yaralılar en yakın hastaneye kaldırılmış ancak hayati tehlikeleri olmadığı için geri gönderilmişlerdir. Şu anda Anglikan kilisesi tarafından işletilen ve Gazze Baptist Kilisesi'ne ev sahipliği yapan El-Ahli Arap Hastanesi'nde de aşırı yük ve yetersiz malzeme sorunu var.

Havalar soğudukça çekilen acılar da artıyor. Kaynaklar, ailelerin altı hafta önce evlerini terk ettiklerinde kiliseye yazlık kıyafetlerle geldiklerini söyledi. Daha fazla kıyafet ihtiyacı yaşlı bir kadının hayatına mal oldu.

Gazze Baptist Kilisesi'nin eski papazı Hanna Massad'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kaynağa göre, kilisenin 84 yaşındaki piyanisti Elham Farah 12 Kasım'da evinin çatısında bir keskin nişancı tarafından bacağından vuruldu. Farah, Kutsal Aile Katolik kilisesinden ayrılıp ceket almak için evine dönmüş, ancak komşuları ona ulaşamayınca kan kaybından ölmüştü. Akrabalarına göre, yardım için yeğenini ararken son sözleri dua talebiydi.

Yeğeni Rand Markopoulos, Farah'ı anmak için "Gazze'de doğdun" diye yazdı, "ve Gazze'de ebediyen dinlenebilesin."

Kaynaklar Latin Kilisesi'nin Kudüs'teki Patrikhaneye başvurarak Papa Fransuva'dan Gazzeli Hristiyanların güvenli bir yere ulaşabilmeleri için devreye girmesini talep ettiğini bildiriyor. Ancak şu ana kadar somut bir plan paylaşılmadı.

Papa Fransuva geçtiğimiz hafta Gazzeli Hristiyanlar ve Yahudi rehinelerin ailelerinden oluşan ayrı heyetleri ağırladı. Yaşadıkları ortak acının farkında olarak barış için dua etti ancak çok eleştirilse de "bu artık savaş değil, terörizmdir" dedi.

Papa ile görüşen delegeler arasında Filistinli bir Evanjelik de vardı: Beytüllahim İncil Koleji'nde (BethBC) İncil çalışmaları ve misyonlar dersleri veren Yousef Khouri. Kendisi Gazze'de büyümüş ve ailesi hala orada, ancak günlerdir onlarla iletişim kuramıyor. CT'ye verdiği demeçte, savaşın yan hasarı olarak evlerini kaybeden düzinelerce Gazzeli Hristiyan aile tanıdığını söyledi. Ayrıca Filistinli Hristiyanların şu anda şeritten "etnik temizlikle" karşı karşıya olmasından endişe duyuyor.

Khouri, "Gazzeli Hristiyanlar kendileri için seçim yapma özgürlüğüne sahip olmalıdır" dedi. "Kendimizi onların yerine koyamayız. Bu insanlara ve onların kişisel kararlarına kalmış bir şey."

Bazıları Hristiyanların güneye gitmeleri halinde terörizmle karşı karşıya kalacaklarını söylüyor.

İsrailli-Amerikalı Joel Rosenberg 17 Kasım'da yerel kaynaklara dayanarak "Hamas ve diğer teröristler 7 Ekim'de İsrailli Yahudilere yaptıklarının aynısını Hristiyanlara da yapacaklar" uyarısında bulundu. IDF'ye Gazze'deki Hristiyanlara Batı Şeria'ya güvenli geçiş izni vermesi çağrısında bulundu.

Yirmi yıldır Gazze'de yaşayan ve Gazze'ye seyahat eden Gaza Lighthouse School'un kurucusu John Carlock, Nasıra merkezli Filistinli Hristiyanlara yönelik bir blog olan Come and See'de yayınladığı açık mektupta bu tür endişe verici söylemlerin sadece yanlış değil aynı zamanda tehlikeli de olduğunu söyledi. Gazzeli Hristiyanların, İsrail'in tahliye emrini verdiği ilk gün kiliseye sığınma kararını bilinçli bir şekilde aldıklarını söyledi. Bunun nedeni Hamas korkusu değil, savaşın yaygınlaşmasıydı.

Carlock, "Kilise onların sığınağı, Mesih onların kurtuluşu ve onlar kendilerini Hamas'tan koruması için IDF'yi kendilerini kurtarmaya çağırmıyorlar," diye yazdı. "IDF'yi Gazze'yi terk etmeye ve sınırlarından geri çekilmeye çağırıyorlar."

Ateşkesin başlamasından önce Rosenberg 19 Kasım'da yazdığı ayrıntılı bir yazıda kendisini eleştirenlerin yanı sıra "acil dua, yardım ve güvenli bir sığınağa" ihtiyaç duyan Gazzeli Hristiyanlar arasındaki görüş ayrılıklarını da kabul etti. Ancak IDF'nin Gazzeli Hristiyanları Batı Şeria'ya tahliye etmesi önerisini savundu ve İsrailli yetkililerin bunu tartıştığını iddia etti.

Rosenberg, "Gazze'deki Mesih'teki kardeşlerim için daha fazla küresel dua edilmesini teşvik etmeye kararlıyım," diye yazdı. "Ayrıca İsrail hükümeti ve ordusunun Gazze'deki Hristiyanları en iyi şekilde nasıl koruyabileceklerine odaklanmalarını sağlamak için elimden gelen her şeyi yapmaya kararlıyım."

CT'ye konuşan kaynaklar Gazzeli Hristiyanlardan bazılarının -özellikle aile birleşimi ya da tıbbi tedavi için- duruma göre buna açık olabileceğini belirtse de, bu çözüm kaçınılmaz olarak yeni komplikasyonlar ve zorluklar yaratacaktır.

Öncelikle, Batı Şeria'da şiddet olaylarında bir artış yaşanmıştır. Aşırılık yanlısı Yahudi yerleşimciler 7 Ekim'den bu yana dokuz Filistinliyi öldürdü, binlerce zeytin ağacını yok etti ve 900'den fazla köylüyü 15 topluluğu terk etmeye zorladı. Bölge neredeyse tamamen tecrit altındayken İsrail güvenlik güçleri militan hücreleri aramak için yaptıkları baskınlarda 200'den fazla Filistinliyi öldürdü. Ve bazı yerlerde, Filistinlileri öldürmek için Talmudik bir gerekçe içeren posterler yol kenarlarını süslüyor: "Ayağa kalk ve önce öldür.”

Burası Hristiyan ya da Müslüman hiç kimsenin kaçabileceği güvenli bir yer değil.

BethBC Başkanı Jack Sara, "Hristiyanlar Filistin halkının ayrılmaz bir parçasıdır" dedi. "Özel muamele görmek istediklerinden şüpheliyim. Bu, hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da toplumun güvenini, tanıklığını ve barışını ihlal edecektir."

Yani Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki barışı. Yerleşimciler, tarihi Ermeni patrikhanesinde çekişmeli bir arazi anlaşmasına meydan okuyan bir protestoyu engelledi. Cemaat binası, bir bahçe ve beş aile evi de dahil olmak üzere Eski Kudüs mahallesinin yüzde 25'i risk altında.

Beytüllahim'deki Dar al-Kalima Üniversitesi'nin kurucusu ve Evanjelik Lutheran Pastör Mitri Raheb, Yahudilerin din adamlarına ve kiliselere yönelik saldırılarının 2022 yılına kıyasla dört kat arttığını söyledi. Gazze'deki Hristiyan varlığının bu nesilde ayakta kalamayacağına inanıyor.

Munther Isaac da aynı derecede karamsar ve öfkeli.

Beytüllahim'de Müjdesel Lutherci bir pastör olan BethBC akademik dekanı, "Trajedi şu ki, pek çok müjdeci (Batı merkezli Protestan kiliseler kastediliyor) tarafından desteklenen bu savaş, Gazze'deki Hristiyan varlığının neredeyse kesinlikle sonunu getirecek," dedi.

Isaac, "Filistinli Hristiyanlar olarak, Batılı Hristiyanların içinde bulunduğumuz durumu ve zorlukları tamamen göz ardı etmelerinden ve İsrail'e verdikleri destekle çoğu zaman onları görmezden gelmelerinden her zaman yakınmışızdır" dedi. "Şimdi Batılı Hristiyanların Kutsal Topraklarda artık Hristiyan varlığının olmamasını gerçekten tercih edip etmediklerini merak ediyoruz."

BethBC liderleri Sara ve Isaac bu hafta Washington DC'ye giderek Amerikalı milletvekillerine ateşkes talebinde bulundular. Onlar ve diğer Filistinli Hristiyan liderler, imanlı dostlarından masum Müslümanların hayatları için de aynı şekilde endişe duymalarını istiyorlar.

Bu arada, CT'ye konuşan kaynaklar Gazze'deki bazı Hristiyan ailelerin savaştan kaçmak için Avustralya'nın sunduğu vizelere başvurduklarını ve kabul edildiklerini söyledi. Yine de kilise sığınaklarından ayrılmadan önce güvenli seyahat planlarını ayarlamaya çalışıyorlar.

Gazzeli Hristiyanların Güney Gazze'ye, Batı Şeria'ya ya da bugünkü modern İsrail'deki tarihi evlerine taşınmasına ilişkin her türlü senaryo muhtemelen geçici olarak çerçevelenecek olsa da, her sonuç muhtemelen kalıcı olacaktır. Filistinliler 1948 ve 1967 savaşlarını hatırladıkça aksi yönde ikna olacaklardır.

Ne olursa olsun, önümüzdeki günler Gazzeli Hristiyanlar için belirleyici olacak.

Falamon, İsrail'in Gazze'ye yönelik politikasının ülkeyi daha güvenli hale getirmek için çok az şey yaptığını ve 2007'den beri uygulanan ablukanın silah ve roket girişini engellemediğini söyledi. Tek çözümün Filistin halkına umut ve itibar kazandırmak olduğuna inanıyor.

Bu arada, Gazze'de kalan Hristiyanları koruyacak manevi bir "Demir Kubbe" için dua ediyor. Çünkü kalabilirlerse, Tanrı'nın onlar için özel bir amacı vardır.

Falamon, "Onlar bu karanlık yerdeki tuz ve küçük ışıktır" dedi. "Onların orada kalmalarına yardımcı olmak, bu karanlık yerin dokusunu değiştirmek için her türlü çabayı göstermeliyiz."

Jayson Casper tarafından yapılan ek haber.

Tanrı Down Sendromlu Kızım Aracılığıyla Beni Eğitiyor

Zihinsel engelli yetişkinler güçlü ruhsal yaşamlara sahip olabilirler. Onlardan bir şeyler öğreniyor muyuz?

Christianity Today December 3, 2023
Photo by Phil Dutton / Courtesy of Amy Julia Becker

Her Pazar öğleden sonra, kızım ve ben, birkaç saat uzakta yaşayan arkadaşı ve arkadaşının annesiyle Zoom görüşmesine katılıyoruz – bu "Tanrı Konuşması" adını verdiğimiz özel bir zaman.

17 yaşındaki kızım Penny ve 18 yaşındaki arkadaşı Rachel'ın her ikisi de down sendromlu. Bir süre önce Rachel yemeklerden önce dua ettiğimizi fark etti ve bize katılıp katılamayacağını sordu. Bu, İsa'yı takip etmenin neye benzediği hakkında birkaç konuşmaya yol açtı. Ve sonunda, Rachel'ın annesi Ginny'nin birkaç hafta sonra bana söylediği gibi, Rachel her gece ellerini uzattı ve "Bizi kabul ettiğin için teşekkürler Tanrım" dedi.

İşte o zaman dördümüz birlikte Zoom üzerinden İsa'nın Hikaye Kitabı olan Kutsal Kitap’ı okumaya karar verdik. İlk sohbetimizde kızlara Tanrı'nın bizi nasıl gördüğünü sordum ve Rachel hiç tereddüt etmeden "Tanrı bizi çok seviyor" dedi. Tanrı'nın sevgisi ve hoş karşılamasına dair gerçek, sanki başından beri bilinçaltında bildiği bir şeyi kelimelere dökmüşüz gibi varlığına işlemiş gibiydi.

Ben 46 yaşında, ilahiyat alanında yüksek lisans yapmış ve pastörlük diplomasına sahip bir kadınım ve Penny ve Rachel ile birlikte okuyup dua ederek her hafta yeni bir şey öğreniyorum. Bana Kutsal Kitap aracılığıyla Tanrı'yla karşılaşmanın daha kapsamlı bir yolunu öğrettiler.

Çarmıha Gerilme öyküsünden Diriliş'e geçtiğimizde Penny'nin yüzünü sakladığı zamanı düşünüyorum çünkü onun sözleriyle "en iyi kısmı" vermek istemiyordu. Ya da fırtına sırasında teknede uyuyan İsa'yı okurken, Rachel denizin azgın sularındaki kaosu Mısır'daki Firavun ve bahçedeki yılanla ilişkilendirdi.

O sırada, Rachel'ın yılanı, Firavun'u ve denizi kaosun sembolleri olarak görmesindeki ruhsal içgörüsünün altını çizen BibleProject'ten Tim Mackie ile bir podcast dinliyordum.

Mackie, çoğu batılının çok gelişmiş sembolik hayal gücüne sahip olmadığından bahsetmiştir. Analitik bir tefsir çerçevesi içinde yetişmiş ve eğitim almış biri olarak, Kutsal Kitap'ın tarihsel bağlamına ve hermenütik ve teolojik gerçeklerine aşinayım. Rasyonalist düşünce Kutsal Yazıları okumamıza hem yardımcı olur hem de engel olur. Ancak bu yaklaşım Kutsal Yazılara yaklaşmanın daha sezgisel yollarından bazılarını gözden kaçırabilir ve beni bu tür bağlantılar kurmaktan alıkoyabilir.

Penny ve Rachel'a sayfadaki sözcüklerin ardındaki duygusal ve sembolik gücü anlama becerimi geliştirdikleri için minnettarım.

Penny'nin hayatının ilk günlerinde bir arkadaşımın bana "Penny'nin sahip olacağı hizmeti görmek için sabırsızlanıyorum" dediğini hatırlıyorum. Penny'nin kendine ait bir hizmeti olacağı hiç aklıma gelmemişti. Arkadaşımın sözleri, Penny büyürken onun sadece ihtiyaçlarını değil, yeteneklerini de görmeme yardımcı oldu.

Ancak Penny ve Rachel ile yaptığım "Tanrı Sohbeti" onların ruhsal yaşamlarının başlı başına bir armağan olduğunu anlamama yardımcı oldu. Bu iki genç kadının başkalarına hizmet edebilecekleri yolları ve yerleri belirleyebilirken, aynı zamanda sadece oldukları kişiden lütuf, gerçek ve bilgelik de alabiliyorum.

Penny ve Rachel ile yaşadığım deneyim, zihinsel veya gelişimsel engelli diğer insanların ruhsal yaşamlarını merak etmeme neden oldu. Bu yüzden Down sendromlu, otizmli ve benzer durumdaki birkaç kişiyle daha görüşmek üzere yola çıktım.

Kuzey Carolina, Durham'da yaşayan 54 yaşındaki Marcy Lesesne ile telefonda kısa bir görüşme yaptım. Marcy'nin ataksisi var – ki onun durumunda zihinsel engellilik de söz konusu. Marcy'nin dua etmeyi ve Kutsal Kitap okumayı çok sevdiğini duymuştum ve bunu ona sormak istedim. Tutarlı bir hikaye ya da ruhsal deneyiminin bir portresini alamasam da, Marcy bana hayatından parçalar anlattı: bir kaza geçirdiğini ve yürüteç kullandığını, Rab'bi beklemesi gerektiğini, dualarına cevap alamadığını, endişeli hissettiğini ve şifa istediğini söyledi.

Ayrıca 42 yaşında Down sendromu ve otizm teşhisi olan Josh Catlin ile Zoom aracılığıyla görüştüm. Bana Kutsal Kitap okuduğunda kendini iyi hissettiğini söyledi ve biz konuşurken Josh bana Yeşaya, Mezmurlar ve Matta’dan bölümler okudu.

Josh'un kendi ruhsal yaşamına ilişkin anlattıkları bu kadardı ve daha sonra aile üyeleri resmin geri kalanını doldurmaya yardımcı oldular. Babası Pete'e göre Josh'un okuduğu tek kitap Kutsal Kitap’tı ve onu da her gün bağlılık ve tutkuyla okuyordu. Josh'un odasına girdiğinde onu ellerini kaldırmış tapınma pozisyonunda bulduğunu anlattı.

Görüşmemizin sonunda kardeşi Scott şöyle dedi: "Josh çok ruhsal bir insan bunu “sadece birinin başını okşamak gibi bir yaklaşımla el almayın." Scott bana Özdeyişler 3:5-6'daki her şeyiyle Rab'be güvenen kişi hakkındaki bölümü bilip bilmediğimi sordu. Şöyle devam etti: "Josh bunun kişileşmiş hali. Onun yolları düzdür.”

Zihinsel engelli insanların ruhsal yaşamları hakkında doğru bir şeyi ifade etmenin ve bu doğruları kendi kelimeleriyle yakalamanın ne kadar zor olduğunu fark etmeye başladım. Birçoğu kendilerini çok az, hatta hiç konuşmadan ifade ediyor. Sözlü iletişim kurabilenlerden bile Zoom üzerinden yaşadıkları deneyimleri yansıtmalarını ve kelimelere dökmelerini istemek neredeyse imkansızdı. Online görüşmeler bana alıntılanabilir cümleler ya da kısa açıklamalar sunmayacaktı.

Becoming Friends of Time (Zamanın Arkadaşları Olmak) kitabının yazarı ve Aberdeen Üniversitesi'nde teoloji profesörü olan John Swinton'ı aradım ve bu sorunun kökenini düşünmeme yardımcı oldu. Bu gibi hikayeleri toplamaya çalışmanın zorluğunun, başkalarının deneyimlerine anlam yükleme veya yansıtma riskini taşımamız olduğunu açıkladı. Ayrıca, bu deneyimleri aktarmaya çalışmazsak, onları yadsıma ya da görmezden gelme riskiyle de karşı karşıya kalırız.

Swinton, başkalarının ruhsal yaşamları hakkında bilgi edinmenin en iyi yolunun -özellikle de deneyimlerini aktarmak için kelimeleri kullanamadıklarında- "anlatı toplulukları" olarak adlandırdığı şeyi oluşturmak olduğunu öne sürdü. Yanlış anlamlar yükleyebilir ya da yansıtabiliriz, ancak Tanrı'nın topluluk içindeki etkinliğinin öyküsünü anlattığımızda Ruh'un aramızdaki yaşamına birlikte tanıklık edebiliriz.

Swinton ve engellilik teolojisindeki diğer liderler, ruhsal yaşamlarımızı aktarabilmemizin tek yolunun konuşma dili olmadığına da işaret etmektedir. Pavlus, Tanrı'nın Ruhu'nun bizim adımıza kelimeler olmadan inlediğini bile yazar (Rom. 8:26). İnsan kardeşlerimizin sözsüz iniltilerini hangi şekillerde Tanrı'nın Ruhu'na dair derin bir bilginin ifadesi olarak kabul edebiliriz?

Marcy ve Josh'un ruhsal yaşamları hakkında çok fazla şey aktaramayacağımı fark ettim, çünkü en azından kısmen onlarla birlikte yaşamıyorum. Sunabileceğim gerçekler sadece onlardan değil, aynı zamanda etraflarında birlikte yaşadıkları deneyimlerle konuşabilen insanlardan da geliyor.

Çoğumuz zihinsel engelli insanlardan soyutlanmış mekânlarda yaşıyoruz (ve kiliselerde ibadet ediyoruz). Zihinsel engelli kişileri kasıtlı olarak dahil eden kiliselerde bile, bu kişiler kilisenin tam katılımcıları olarak kabul edilmek yerine genellikle özel programlara yerleştirilirler.

Başka bir deyişle, çoğumuz nöroderjik veya sözel olmayan kişilerin sunduğu armağanları ve kapasiteleri kabul eden ve yansıtan anlatı toplulukları oluşturmuyoruz. Sorun sözel ya da entelektüel ifadenin sınırlandırılmasında değil, ilişkilerimizin kısıtlanmasındadır.

Penny ve Rachel'ın yanı sıra kendi yerel kilisemizin üyeleri olan diğer zihinsel engelli kişilerle birlikte topluluk içinde olma armağanını alıyorum. Onları tanımak ve ruhsal olarak büyümelerini izlemek, Tanrı'nın şefkatli ilgisi ve sevgi dolu merhameti konusundaki farkındalığımı artırdı.

Bana inancın basit ifadelerini sundular. Sevgi içinde yaşamam için bana meydan okudular. Ve onları yakından tanımadığım sürece ruhsal yaşamlarının armağanı hakkında yazamayacağımı görmeme yardımcı oldular – 30 dakikalık bir telefon veya Zoom görüşmesinin sağlayabileceğinden çok daha derin bir bilgi bu.

Bu tür ilişkiler ancak yerel kiliseler engellilikten etkilenen aileleri ve bireyleri aradıkça ve "onları içeri girmeye zorladıkça" (Luka 14:23) gerçekleşecektir ve de Mesih'in bedeninin eşit ve önemli üyeleri olduklarına dair bir anlayış ve güven duruşuyla.

Pavlus'un, Tanrı'nın bedenin daha zayıf gördüğümüz kısımlarına daha fazla onur verdiğini söylediği 1. Korintliler 12. bölüm üzerine verdiği vaazda engelli teolog Jill Harshaw, Mesih'in bedeninin tüm üyelerinin önemini fark etmemiz gerektiğinden bahsetmektedir: "Ya kendimizi kilise yapmanın krallığa yaraşan yolundan dışladıysak? Ya [engelli insanların] bizi dahil etmesine ihtiyacımız varsa?"

İsa, "önde gelen bir Ferisi'nin" (Luka 14) evinde bir kutlama yemeği olması gereken akşam yemeğine davet edildiğinde, Harshaw'un sorularını önceden tahmin eder. İsa oturur oturmaz -diğer bir grup din adamının arasında- orada bulunan herkesi eleştirmeye başlar. Diğer konuklara yanlış koltukları seçtiklerini ve ev sahibine de yanlış insanları davet ettiğini söyler. İsa ev sahibine "yoksulları, kötürümleri, topalları, körleri" davet etmesini öğütler. Tanrı'nın krallığını, dini topluluklarımızdan dışlanma olasılığı en yüksek olanlara bunun yerine bu toplulukların merkezinde yer almaları için kasıtlı bir davetin sunulduğu bir yemek olarak tasvir etmeye devam eder.

İsa'nın zamanındaki dindar seçkinler, kendi sosyal gruplarının sınırında olanlarla bir Şabat yemeğini paylaşmanın önemini fark edememişlerdir. Aynı şekilde, bugün de pek çok imanlı yerel kiliselerinde zihinsel engelli insanların güzelliğini, sevgisini ve tanıklığını fark edememektedir.

Bu insanlara soframızda ihtiyacımız var. Onlarla ve onlar aracılığıyla, hepimiz Tanrı'nın sevgisinin geniş kucaklayıcılığını daha iyi kavrayabiliriz.

Amy Julia Becker, aralarında en son yazdığı To Be Made Well'in de bulunduğu dört kitabın yazarıdır: Bütünlüğe, İyileşmeye ve Umuda Davet.

İsa Nazik Biriydi, Kibar Değil!

İsa, sosyopolitik ve dini ikiyüzlülük çağında bir nezaket örneğiydi.

James Tissot'un "Yahudiler İsa'yı Taşlamak İçin Taşları Aldı" başlıklı tablosu

James Tissot'un "Yahudiler İsa'yı Taşlamak İçin Taşları Aldı" başlıklı tablosu

Christianity Today November 7, 2023
Edits by CT / Source Images: Brooklyn Museum

Günümüz dünyası iki aşırı uçla tanımlanıyor: bir yanda yoğun bir düşmanlık, diğer yanda ise boğucu bir nezaket.

Birkaç yıl önce, Washington DC'de federal hükümette çalışıyordum, girmek üzere olduğumuz seçim yılına hiç benzemeyen ve ayrışmaların yoğun olarak yaşandığı bir dönemde. İşte o zaman nezaket ve kibarlık arasında bir fark olduğunu ve bu ayrımın farkına varmanın neden her zamankinden daha önemli olduğunu öğrendim.

Nezaket bir tekniktir: Edep, adap ve görgü kurallarını yansıtır. Kendisi ne iyi ne de kötüdür, ancak kişinin motivasyonuna bağlı olarak iyilik ya da kötülük için kullanılabilir.

Nezaket en iyi haliyle sosyal hayatımızın doğasında var olan gariplikleri, rahatsızlıkları ve sıkıntıları hafifletmeye yardımcı olabilir; ancak sadece yüzeysel düzeltmeler yapar ve en derin ve önemli anlaşmazlıklarımızı çözmemize asla yardımcı olmaz.

En kötü ihtimalle nezaket, bencillik, gurur ve başkalarına karşı üstünlük duygularını besleyerek eşitsizliklerimizi daha da kötüleştirebilir. Nezaket, farklılığı cezalandırmak, muhalefeti susturmak ve savunmasız sesleri ve toplulukları bastırmak için silah haline getirilebilir ve getirilmiştir.

Buna karşın nezaket, toplumumuzun bugün umutsuzca ihtiyaç duyduğu bütüncül bir eğilimdir.

Nezaket, tüm insanların Tanrı'nın suretinde yaratıldığı ve bu nedenle temel saygıya layık olduğu temel gerçeğine dayanır. Herkesi doğuştan değerli ve temel bir haysiyete sahip olarak görür, komşularımıza ve vatandaşlarımıza karşı genel bir saygıyı çağrıştırır. Nezaket, insan olarak birbirimize borçlu olduğumuz karşılıklı hürmete dayanır ve düşmanlarımızı bile ahlaki eşitlerimiz olarak görmemizi sağlar.

Yine de nezaket, bazen pek çok kişinin nezaketsizlik olarak değerlendirebileceği şekillerde hareket etmemizi gerektirdiğinden, kibarlıkla çelişebilir.

İsa'nın kendisi nezaketin tehlikelerinden ve dış görünüşe aşırı derecede odaklanmanın tehlikelerinden bahsetmiştir. Gününün dinsel ikiyüzlülerini, yani törensel adetlere ve dinsel ritüellere kendini beğenmiş bir şekilde uyanları sürekli olarak teşhir etmiş ve eleştirmiştir. Onların bu titizliğinin bencilliklerini gizlemekten başka bir işe yaramadığını biliyordu.

Mesih, doğruyu söyleme eyleminin her zaman kibar olmadığını, ancak gerçeği sevgiyle söylediğinde doğru ve saygılı olduğunu göstermiştir. Konu Ferisilerin ikiyüzlülüğünü ortaya koymaya geldiğinde hiç tereddüt etmedi – yürekleri öfkeli ve acı dolu olmasına rağmen iyi davranıyor gibi görünüyorlardı:

“Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz nanenin, dereotunun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de, Kutsal Yasa'nın daha önemli konularını –adaleti, merhameti, sadakati– ihmal edersiniz. Ondalık vermeyi ihmal etmeden asıl bunları yerine getirmeniz gerekirdi. (Matta 23:23)

İsa insan yüreğinin kötülüğünü anlamıştı. Kurallara uymanın insanların kendilerini güvende ve diğerlerinden üstün hissetmeleri için kolay bir yol olduğunu fark etmiştir. Kuralların kolayca suiistimal edilebileceğini ve yasanın körü körüne uygulanmasının gerçek ahlaka ters düşebileceğini biliyordu. Bu nedenle İsa etik senaryolara genellikle bağlamsal olarak, yani yasanın lafzından ziyade ruhuyla yaklaşmıştır.

Örneğin, İsa dini kurallara göre dinlenmenin gerekli olduğu Şabat gününde bir adamın hastalıklı elini iyileştirdiğinde, Ferisiler kuralları ona karşı silah olarak kullanmış ve onu Eski Ahit yasasını çiğnemekle suçlamışlardır. Ama o şöyle cevap verdi: "Size soruyorum, Şabat günü hangisi yasaldır: iyilik yapmak mı, kötülük yapmak mı, yaşamı kurtarmak mı, yok etmek mi?" (Luka 6:9).

Ferisiler İsa'yı yemekten önce yıkanmayarak Musa’nın Yasası'nı çiğnemekle suçladıklarında, İsa Yeşaya'dan bir alıntıyla karşılık verdi: "Bu insanlar dudaklarıyla beni onurlandırıyorlar, ama yürekleri benden uzak. Bana boşuna tapınıyorlar; öğretileri yalnızca insan kurallarıdır" (Matta 15:8-9). Onları insan geleneklerini ilahi buyrukların üstünde tutmakla suçladı.

Tıpkı Ferisiler gibi, her zaman olduğu gibi bencil olmaya devam ederken kurallara uymanın yaratıcı yollarını bulacağız. İnsani kurallara uymak kolaydır; Tanrı'nın bizden nihai olarak istediği şey olan yüreklerimizi değiştirmek gibi zor bir işten kaçınmamızı sağlarlar.

Mesih, doğru eğilime sahip olmanın – gerçek şefkat ve özverili sevgiden oluşan bir kalp duruşu – doğru davranış kurallarına uymaktan daha önemli olduğunu öğretmiştir (1. Kor. 13). Kurallara uymak tek başına bir kişiyi iyi yapamaz ve başkalarına yardım etmek körü körüne kurallara uymaktan daha önemlidir (Matta 9:9-13).

İsa bize iyi olmanın iyi görünmekten neden daha önemli olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde Pavlus da Timoteos'u "tanrısallık görüntüsüne" sahip olan ama onun gücünü inkâr eden insanlardan kaçınması konusunda uyarmıştır (2Ti. 3:5). Yüreklerimizin durumu, toplumsal standartlara, kültürel normlara ve hatta günümüzün dini kurallarına uymamızdan çok daha önemlidir.

Nezaket, karakterle desteklenmediği sürece boştur. Ne de olsa İsa'nın kendi öğrencisi Yahuda İskariyot, o günün kibarlık geleneğiyle, yani yanağına bir öpücük kondurarak ona ihanet etmiştir.

Hıristiyanlar olarak bizlerden sadece doğru şeyleri söylememiz ve yapmamız değil, aynı zamanda bunları doğru nedenlerle yapmamız da istenir. "İyi" olmak ve adaletsizlik karşısında sessiz kalmak cazip gelebilir, ancak daha yüksek bir standarda çağrılıyoruz. Bizi veya başkalarını inciten biriyle yüzleşmenin rahatsızlığından kaçınmak kolaydır. Ancak sonuçta, sağlıklı çatışmaları kibarlık uğruna atlamak, ilgili herkese saygısızlıktır.

İnsanın sosyal yaşamı nezaket kurallarına indirgenemeyecek kadar inceliklidir. Sadece gerçek bir nezaket, tanık olduğumuz yanlışlara karşı konuşurken ya da harekete geçerken nezaket kurallarını çiğnemenin ne zaman uygun -doğru, sevgi dolu ve saygılı- olduğunu ayırt etmemize yardımcı olabilir.

Başkalarının nasıl davranacağını kontrol edemeyiz, ancak motivasyonlarımızı Mesih'in ortaya koyduğu örnekle uyumlu hale getirebiliriz.

Alexandra Hudson Civic Renaissance'ın kurucusu ve The Soul of Civility kitabının yazarıdır: Toplumu ve Kendimizi İyileştirmek için Zamansız İlkeler kitabının yazarıdır.

Books

Filistinli Müjdeci Kiliseler Batı Kilisesini Tövbeye Çağırdı, Eleştiriler Arkasından Geldi

Orta Doğu Hristiyanları, Batı’nın işgal gerçeğini ve bombardımanların ikincil zararlarını kabul etmemesinden duydukları hayal kırıklığını dile getirirken şiddeti reddettiklerini belirttiler.

Gazze’deki İsrail’in hava saldırısının ardından Tarihi Aziz Porfirus Rum Ortodoks Kilisesi’ndeki kurtarma çalışmaları.

Gazze’deki İsrail’in hava saldırısının ardından Tarihi Aziz Porfirus Rum Ortodoks Kilisesi’ndeki kurtarma çalışmaları.

Christianity Today October 30, 2023
Ali Jadallah / Anadolu / Getty Images

Hamas’ın İsrail’e yönelik eşi benzeri görülmemiş terör saldırılarının ardından savaşın patlak vermesinden bu yana, Orta Doğu kiliseleri, konseyleri ve liderleri binlerce masum sivilin öldürülmesinden duydukları öfkeyi dile getirdiler.

Pek çok Arap Hristiyan grup kamuoyuna yönelik açıklamalar yayınladı. Çoğu Hristiyanların barış yanlısı olma çağrısına vurgu yaptı. Bazıları ise teröristler tarafından öldürülmek üzere hedef alınan sivil Yahudilerin çektiği acılara özel olarak değinmeyen çağrılar nedeniyle eleştirildi.

Filistin, Mısır, Ürdün ve Lübnan’dan gelen ve birçoğu Gazze’deki Anglikan hastanesinin trajik bir şekilde bombalanmasıyla ortaya çıkan bildirilerin odak noktası ve yoğunluğu farklıydı. Bazıları uluslararası toplumun İsrail devletinin işgal bağlamını görmezden geldiğini iddia ederken, diğerleri küresel kiliseye bu topraklarda devam eden Hristiyan varlığını hatırlatıyordu.

Christianity Today, çoğu Müjdesel inançlı dokuz Arap ve dört Batılı kuruluşun metinlerini incelemiş ve İsrailli bir Messianik Yahudi ile Lübnanlı müjdesel bir Ermeni’nin bakış açılarını sorgulamıştır. İnceleme sonucunda, Orta Doğu’dan yapılan açıklamaların çok azının Hamas’ı terörün faili olarak adlandırdığı, birçoğunun ise özellikle İsrail’i eleştirdiği görülmüştür.

En son açıklamalardan biri her iki tarafı da açıkça tanımlayan Musalaha’dan geldi.

Yeruşalim merkezli uzlaştırma hizmeti, farklı dini geçmişlere sahip İsrailliler ve Filistinlilerle Kutsal Kitap ilkelerini kullanarak barış arayışında onları bölen meselelerle ilgilenmek için çalışıyor. İki hafta boyunca yaygın katliamı acı içinde izledikten sonra, kamuoyuna yaptığı açıklama “yas” üzerine odaklandı ve uzlaşmacı bir yanıt çağrısında bulundu.

Musalaha, “Hamas’ın saldırıları ve İsrail ordusunun tepkisinde görüldüğü gibi, adalet adına öfkenin insanlıktan çıkarma döngüsünü sürdürmesine ve kan dökülmesini mazur görmesine izin veren insanlar için yas tutuyoruz” dedi. “Hem Filistinlileri hem de İsraillileri, daha iyi bir gelecek için şiddet içermeyen bir şekilde birlikte direnerek diğerinin onurunu ve insanlığını görmeye davet ediyoruz.”

Ancak bölgenin en büyük Hristiyan temsilciliği, Yahudi ulus-devletinin Gazze’ye dayattığını iddia ettiği acılar konusunda daha açık konuştu.

Orta Doğu Kiliseler Konseyi (MECC), “Filistin halkının Gazze’de maruz kaldığı şey, askeri bir eyleme askeri bir tepki değil, insanlık tarihinin en büyük hapishanesindeki tutukluları hedef alan ve önceden planlanmış bir soykırım ve etnik temizliktir” dedi.

Bu açıklama sürecine katılan dokuz Arap kilisesi arasında en sert açıklama olan MECC, savaşı bir “imha savaşı” olarak nitelendirdi ve “tüm onurlu insanları” müdahale etmeye çağırdı.

MECC Genel Sekreteri Michel Abs CT’ye verdiği demeçte “Siyonist varlık” olarak adlandırdığı İsrail’in saldırıya uğradığını kabul ettiğini ve karşılık verdiğini, ancak bunun burada kalması gerektiğini söyledi.

MECC, İsrail’i yoğun nüfuslu kıyı şeridinde suyu kestiği, tıbbi altyapıyı tahrip ettiği ve savunmasız vatandaşların ölümüne neden olduğu için kınadı. Saldırganlığın durdurulması, Gazze kuşatmasının kaldırılması ve Abs’in deyimiyle “işgalci güçlerin” sorumlu tutulması çağrısında bulundu.

MECC’ye üye kiliseler arasında Katolik, Ortodoks ve pek çok Protestan topluluğu yer almaktadır; bunların çoğu yerel kullanıma göre “Müjdesel” olarak adlandırılmaktadır. Ancak Amerikan Hristiyan dünyasında bilinen “ana hat” farklılıkları Arap dünyasında o kadar belirgin olmasa da Dünya Müjdesel İttifakı (WEA) MECC’de temsil edilmeyen yapıları bünyesinde barındırıyor.

WEA’ya bağlı olmayan, pietistik ifadeli reformcu bir kilise olan Yakın Doğu’daki Ermeni Müjdesel Kiliseler Birliği’nin başkan vekili Paul Haidostian, “[MECC bildirisiyle] genel olarak hemfikiriz, ancak her kelimeye bağlı kalmak zorunda değiliz” dedi. “Ancak mevcut savaşta imha unsurları var mı? Bence evet, dedi.”

Bölgesel Orta Doğu ve Kuzey Afrika Müjdesel ittifakının genel sekreteri Jack Sara, WEA’nın “Kutsal Topraklar çatışmasına” yönelik resmi tepkisinin hazırlanmasına yardımcı oldu. Ancak o da MECC’nin açıklamasına katıldı.

“Binlerce Filistinli durmaksızın ölürken, bu bildiri sahadaki gerçekleri açıkça tanımlıyor” dedi.

Analistler Hamas’ın sivil alanlara yerleştiğini ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) yerleşim yerlerini vurmadan önce sık sık uyarıda bulunduğunu belirtiyor. Beklenen bir kara harekatına hazırlık olarak IDF sivillere kuzey Gazze’yi boşaltmaları çağrısında bulundu; Hamas ise yerlerinde kalmalarını söyledi.

Ancak Birleşmiş Milletler, Hamas tarafından yönetilen Filistin Sağlık Bakanlığı’na göre 26 Ekim itibariyle 6.500’den fazla kişinin ölmesi ve bir milyon kişinin yerinden edilmesiyle Gazze’nin halihazırda insani bir felaketi temsil ettiğini belirtti. Hamas terörüne ve çoğu sivil 1.400 vatandaşının ölümüne karşılık veren İsrail’in ikilemi çok açık; zira Gazze’deki terörist liderleri takip etmek için gerekli olan şehir savaşı, yerel koşulları daha da kötüleştirecek ve küresel kamuoyunu giderek daha fazla alevlendirecektir.

Ancak ABD’de ve daha geniş anlamda Müjdesel dünyada pek çok kişinin İsrail’in arkasında toplandığını gören Sara’daki Beytüllahim Kutsal Kitap Koleji (BBC), “Batılı kilise liderlerini ve teologları” tövbe etmeye çağıran, Filistinli Hristiyanlara yönelik önemli bir bildiriye imza attı.

Peygamber Yeşaya’dan alıntı yaparak başlayan açıklamada: “İyilik etmeyi öğrenin, Adaleti gözetin, zorbayı yola getirin, Öksüzün hakkını verin, Dul kadını savunun.” (1:17) deniyor.

“Filistin-İsrail çatışmasına yönelik Batılı tutumlar, İsrailli Yahudileri insanlaştırırken Filistinlileri insanlıktan çıkarmakta ve acılarını aklamakta ısrar eden göz kamaştırıcı bir çifte standarttan muzdariptir” denildi. “Kalbimiz kırık bir şekilde, [bu liderleri] teolojik ve siyasi suç ortaklıklarından dolayı sorumlu tutuyoruz.”

“Yenilenen şiddet döngüsünden” üzüntü duyarken ve “sivillere yönelik tüm saldırıları” kınarken, Hristiyan liderlerin devam eden işgal ve 17 yıldır süren Gazze ablukası da dahil olmak üzere savaşın “daha geniş bağlamından ve temel nedenlerinden” bahsetmemesi eleştiriliyor. Ayrıca yerel nüfusun dörtte üçünün, 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından yaşanan çatışmalarda yerlerinden edilen Filistinlilerin soyundan geldiğini ve bu kişilerin ilan ettikleri geri dönüş hakkını reddettiklerini hatırlattı.

Sara, savaştan önceki aylarda aşırılık yanlısı Yahudilerin ve İsrailli yerleşimcilerin yerel kiliselere saldırılarını artırdığından, rahiplere tükürdüklerinden ve bunlara uluslararası Hristiyanların çok az ses çıkardığından yakındı. Sara’ya göre inananlar genellikle kendilerini Batılı Son Günler teolojisi savunucuları ya da hükümetlerinin bölgeye ilişkin söylemleri için bir “baş belası” olarak görüyor.

Sara bir YouTube mesajında “Kilisenin taraf tutan siyasi bir organ değil, kilise olması için dua ediyoruz” dedi. “Artık Tanrı için önemli olan etnik köken değildir-İsa artık sadece bir Yahudi değildir, o herkes için her şeydir.”

Bir Mesihçi Yahudi lider ortak açıklamayı “kınanacak bir şey” olarak nitelendirdi.

Ulusal olarak yayın yapan Line of Fire radyo programının sunucusu Michael Brown, Filistinli Hristiyanların Hamas’ı ya da terörizmi kınamamakla ya da bunlardan söz etmemekle kalmayıp, açıklamalarında İsrail’in 17 Ekim’de el-Ahli Arap hastanesini ve 19 Ekim’de Aziz Porphyrius Rum Ortodoks kilisesini kasıtlı olarak bombaladığına dair “iftira niteliğindeki iddiaları” tekrarladıklarını belirtti. (IDF, hastanedeki ölümlerin İslami Cihad militanlarının yanlış ateşlediği bir roketten kaynaklandığını tespit ederken, kilisedeki ölümlerin yakındaki bir binayı hedef alan füzelerinden kaynaklandığını kabul etti).

Brown ayrıca açıklamayı, yerleşimci sömürgeciliği ile Yahudilerin eski anavatanlarına dönüşünü aynı kefeye koyan “standart sol mecazlara” yer verdiği için eleştirdi.

BBC’nin Kontrol Noktasındaki Hristiyan konferanslarına katılan Brown, “İsa’daki kardeşler olarak dayanışma göstermek istiyoruz” dedi. “Ancak bu son derece kusurlu tövbe çağrısından tövbe edin ki, birlikte doğruluğun, iyiliğin, eşitliğin ve merhametin peşinden gidebilelim.”

İsrail Müjdesel İttifakı Başkanı imzacıları hırpalanmış bir eşe benzetti.

Danny Kopp, “Orta Doğulu Hristiyanların çoğu İslamcı şiddeti kınama ve seslerini yükseltme özgürlüğüne sahip değil,” dedi. “Bunun sosyal ve çoğu zaman fiziksel maliyeti düşünülemeyecek kadar yüksek.”

Bunun yerine sessiz kalıyor, konuyu saptırıyor ya da başkalarını suçluyorlar. Travmatik istismarın sağlam ahlaki muhakeme kapasitesini bozduğunu söyledi. Ancak “Holokost’tan bu yana Yahudilerin tek bir günde en kötü şekilde katledilmesine” tanıklık eden Arap inananlar kritik bir dönüm noktasındalar.

Kopp, “Tam da Hristiyanların hakikatin nadir bir ışığını sunabilecekleri bir anda, kilise kendisini büyük ölçüde ahlaki bir çürüme ve ilgisizlik durumuna düşürdü” dedi.

Mısırlı Müjdesel Hristiyanlar başından beri seslerini yükseltmişlerdi.

Hem MECC hem de WEA üyesi olan Mısır Protestan Kiliseleri Başkanlığı (PCE) bir açıklama yayınlayan ilk bölgesel merkezlerden biri oldu. Hamas’ın 7 Ekim’deki katliamından sadece bir gün sonra, masum sivillere yönelik saldırılara dikkat çekerek “Filistinliler ve İsrailliler arasındaki her türlü şiddet ve silahlı çatışmayı” spesifik olmayan bir şekilde kınadı.

İkinci bir açıklamada ise PCE, Mısır hükümetinin insani yardım sağlama politikasını desteklediğini belirtti. Ancak daha sonra peş peşe gelen üç açıklama odak noktasını İsrail’in ihlallerine kaydırdı. PCE Gazze’deki hastanenin bombalanmasını kınadı, ardından Filistin davasının askeri araçlarla ele alınmasını reddetti. Gazze’deki kilisenin kısmen yıkılmasına neden olan saldırının ardından da “olayların patlak verdiği ilk andan itibaren yerleşim bölgelerine yöneltilen şiddetten derin endişe duyduğunu” ifade etti.

Mısır, İsrail ile barış anlaşması yapan ilk Arap ülkesiydi. İsrail’in başka yerlerdeki eleştirileri bazı açıklamaların değişmesine yol açmış olabilir.

Birçok Arap Hristiyanı öfkelendiren şey, hastane bombalamasının Yeruşalim’deki Patrikler ve Kilise Başkanlarının (PHCJ) oruç ve dua çağrısı yaptığı bir günde gerçekleşmesiydi. İki gün önce de İsrail’in Gazze’nin kuzeyini boşaltma çağrısına cevaben PHCJ, “İsrail’de sivillere yönelik haksız bir saldırıyla” başlayan “yeni bir şiddet döngüsüne” karşı uyarıda bulunurken Yahudilerin öfkesinin farkında olduğunu yansıtıyordu.

Yeruşalimli Hristiyan liderler hala Hamas’ı kınamadı ya da Hamas’tan bahsetmedi, ancak bu açıklama terörist vahşetin yaşandığı gün verdikleri ilk tepkiden farklı bir dil kullandı. İsrail, Holokost’tan bu yana Yahudiler için en ölümcül günün şokunu hala yaşarken, PHCJ “hem Filistinli hem de İsrailli sivillere” zarar verilmemesi gerektiğini savunmuştu.

İsrail’in Vatikan’daki elçisi “ahlaksızca yapılan söylem muğlaklığı” karşısında öfkeliydi.

Ürdün’ün Müjdecileri de aynı yanıtı hak ediyor mu?

14 Ekim’de, WEA üyesi olan ancak MECC üyesi olmayan Ürdün Müjdesel İttifakı (JEC), PHCJ’nin dua davetini destekleyen bir bildiri yayınladı. Ancak JEC genel kurulu, beş kiliseden oluşan seçmen kitlesinin iradesini yansıtarak, İsrail ya da Hamas’tan özellikle bahsetmekten kaçınılması yönünde oy kullandı.

Güçlü bir azınlık İsrail’in adının geçmesini istedi.

JEC üyesi bir mezhep olan Ürdün Baptist Konvansiyonu’nun başkanı Nabeeh Abbassi, Hamas’ın Ürdün’de yaşayan ve krallık nüfusunun önemli ama tartışmalı bir yüzdesini oluşturan pek çok Filistinli tarafından “kurtarıcı” olarak görüldüğünü söyledi. Bu duyguya karşı görünmek istemeyen Müjdesel ittifak, “siyasete girmemeyi” ve bunun yerine ortak bir insanlık meselesine odaklanmayı seçti.

KEK bildirisinde mevcut “şiddet ve karşı şiddet döngüsü” kınanırken, “Filistin halkına yönelik saldırganlık” ifadesine yer verildi.

KEK, “Şiddet şiddeti doğurur,” dedi, “işgal direniş yaratır ve kuşatma patlamayla sonuçlanır.”

Abbassi bu cümlenin bir açıklama olduğunu, bir gerekçe olmadığını belirtti.

Abbassi çok sayıda Batılı Hristiyan’ın İsrail’i hatalı bir teoloji uygulamasından dolayı desteklediğine inanıyor. Kendisi de bir dispansasyonalist (İsa’nın İkinci Gelişinin alametlerinin Kutsal Kitap’ta açık bir şekilde anlatıldığını ve bu alametlerin günümüzde meydana gelen uluslararası olaylarla özdeşleştirilebileceğini savunan bir inanç sistemi) olan Ürdünlü pastör, Tanrı’nın eskatolojik takviminde acele etmenin inananların görevi olmadığını söyledi.

Elçilerin İşleri 1:6-8 ayetine atıfta bulunarak, öğrencilerin dirilen İsa’ya krallığı İsrail’e geri verip vermeyeceğini sorduklarını belirtti. Abbassi, İsa’nın bu soruyu yanıtlamayı reddettiğini, bunun yerine inananları kendisinin tanıkları olmaya çağırdığını belirtti.

Abbassi, “Eğer Tanrı’ya yardım etmek istiyorsak, yapmamız gereken budur” dedi. “Taraf tutmak değil, herkesi sevmek ve müjdeyi herkesle paylaşmak.”

Ancak Anglikan hastanesine yapılan “acımasız saldırının” ardından Abbassi, cemaatinin kendi açıklamasını yayınlamak zorunda hissettiğini ve daha sonra Rum Ortodoks kilisesine yapılan saldırıdan üzüntü duyduğunu söyledi. Bildiride İsrail’in sivil ve askeri personel ayrımı yapmaksızın Müslümanları ve Hristiyanları hedef alan “savaş yanlısı” politikası suçlandı.

Abbassi, “Hamas bir grup, İsrail ise bir devlettir” dedi. “Hamas’tan her şeyi yapması beklenir ama ben İsrail’den doğru olanı yapmasını bekliyorum.”

Ürdün’ün mezhepsel açıklamasının nadir görülen bir yerel takdir anından kaynaklandığını söyledi. Neredeyse tüm Ürdün medyası Gazze hastanesini “Baptist” olarak adlandırarak 1967 savaşındaki idari kimliği sırasında oluşan genel duyguyu yansıttı.

Bu, ortalama bir Ürdünlüye “kalbimizi gösterme” anıydı -Abbassi cenaze töreninden sonra üç televizyon röportajı verdi- ve Yeruşalim’teki Müslüman ve Hristiyan dini mekanların tarihi koruyucusu olarak Kral Abdullah’ın Haşimi krallığı ile İsrail’le barışı korurken Filistinlilerin haklarını savunan bir hükümet politikasıyla, yerel Hristiyan anlaşmasını hatırlattı.

Lübnanlı Müjdecilerin farklı amaçları vardı.

Suriye ve Lübnan’daki Müjdesel Cemaatin Yüksek Konsey Başkanı Joseph Kassab, “Bazıları hükümete, bazıları da Müslümanlara bir açıklama yapmak istedi” dedi. “Ama ben sadece inancımızı ve teolojimizi yansıtmasını istedim.”

Hastane patlamasının ardından bazı yerel liderleri seslerini yükseltmeye teşvik eden Lübnan açıklaması, İsa tarafından reddedilen ancak Yahudiler ve Müslümanlar arasında mevcut olan “göze göz” etiğine atıfta bulundu. Açıklamada bu mantığa göre Hamas’ın terörizminin eşit karşılığı hak edebileceği ancak iki katını hak etmeyeceği savunuldu. Ancak İsrail’in terörün boyutunu on kat arttırdığını söyledi.

Orantısız karşılık verme yoluyla caydırıcılık İsrail’in temel askeri stratejisinin bir parçası olsa da Kassab Hristiyanların farklı bir ölçütü olması gerektiğine inanıyor.

“Hem barış ve uzlaşma için çalışıp hem de kimseye koşulsuz destek veremezsiniz” dedi.

Bunun yerine, İsrail-Filistin çatışması için adil bir çözüm ihtiyacına odaklanmaya çalışan Lübnan açıklaması, İsrail ya da Hamas’ı düşman olarak adlandırmadı.

Kassab’a göre ya İran ya da ABD savaşa girerse?

Hamas’ın “üzücü ve talihsiz” eylemlerinin, İbrahim Anlaşmaları olarak bilinen İsrail ile Arap normalleşme çabalarının son modelini bozmayı amaçladığını belirten Kassab, İslamcı ideolojinin yönetmeyi başarması halinde ne Filistin’in ne de bölgenin bir geleceği olmadığını açıkça ifade etti.

Ancak İsrail’in zulmünü arttırdığını söyledi. Kassab, Gazze’de yıkılan binlerce apartmandan ve daha sonra revize edilen mültecilere “çıkmaları” ve şeridin güney sınırından Mısır’a kaçmaları için yapılan çağrıdan bahsetti. Filistinlilerin 1948 ve 1967’deki önceki yer değiştirmeleri kalıcı hale geldi.

Yine de MECC açıklamasının tam olarak haklı olmadığını söyledi.

Kassab, “İsrail’in niyeti yok etmek olmayabilir, ancak bu şekilde davranmaya devam ederlerse bu son kaçınılmaz olacaktır” dedi. “Eğer bu kelimeyi beğenmiyorsanız başka bir kelime kullanın ama bu şiddetin boyutunu değiştirmeyecektir.”

WEA’ya bağlı bir kuruluş olan Kutsal Topraklardaki Yerel Müjdesel Kiliseler Konseyi (CLEC) Başkanı Munir Kakish, MECC’nin açıklamasına tamamen mesafeli yaklaştı.

“Toplantılarına davet edildiğimizde,” dedi, “o zaman bir görüş bildirebilirim.”

Barış ve uzlaşma köprüsü olma çağrısını vurgulayan 18 Ekim tarihli açıklaması her yönüyle spesifik değildi. Sadece Gazze’ye odaklanırken, ne Hamas’tan ne de İsrail’den bahsetti ve acil insani yardım ve kapsamlı bir barış anlaşması çağrısında bulundu.

“Gazze’deki hastane ve okullara yapılanlar tüm uluslararası yasa ve teamüllere göre kabul edilemez” diyen Konsey, 1 Timoteos 2:2’yi yineledi. “Tüm taraflara savaşın derhal durdurulması çağrısında bulunuyoruz… böylece iman ve saygınlık içinde barışçıl bir yaşam sürebiliriz.”

Ama aynı zamanda müjdeyi vaaz etmek için. Kakish mevcut olayları İsa’nın son zamanlardan önce öngördüğü “savaşların ve savaş söylentilerinin” bir parçası olarak görüyor. Nuh’un zamanındaki gibi kötülüğün arttığını ve geminin kapısının yakında kapanacağını söyledi.

“Kilisenin uyanmasının ve başka şeylerle dikkatini dağıtmak yerine büyük görevi yerine getirmesinin zamanı geldi” dedi.

Ancak açıklama yapanlar sadece Arap Hristiyanlar değil.

Orta Doğu’daki meslektaşlarının aksine, Güney Baptist Konvansiyonu’nun Etik ve Dini Özgürlük Komisyonu (ERLC), ABD’deki Ulusal Müjdeciler Birliği (NAE) ve WEA Hamas’ı derhal ismen kınadı.

ERLC İsrail yanlısı en güçlü bildiriyi yayınladı.

İsrail ve kilise arasındaki ilişkiye dair farklı teolojik pozisyonları kabul eden Güneyli Baptistlerin öncülüğündeki açıklama, Yahudi halkının “uzun zamandır kendilerini ortadan kaldırmaya ve devletlerini yok etmeye yönelik soykırım girişimlerine nasıl katlandığını” ikrar etti. İsrail’i bölgede “nadir bir demokrasi örneği” olarak gösteren ERLC, İsrail hükümetinin masum yaşama yönelik kötülük eylemlerine karşı “kılıç taşımasını” desteklemek için Romalılar 13’e atıfta bulundu.

ERLC açıklamasında ayrıca “Orta Doğu’da yaşayan tüm insanların onuru ve kişiliği” vurgulandı ve “müjde için çalışan Yahudi ve Filistinli inananların zorlu hizmetleri” için dua edildi.

[Editörün notu: Eski bir ERLC başkanı olan CT genel yayın yönetmeni Russell Moore, 2000 diğer liderle birlikte bildiriyi imzaladı].

Baptist Dünya İttifakı’ndaki (BWA) ortakları da Filistin’e odaklandı ve “tüm vatandaşların korunması ve gerçek barışın tesis edilmesi için yalvarırken” el-Ahli hastanesinin Güney Baptist mirasına dikkat çekti.

İsrail’de 17 ve Filistin topraklarında – biri Gazze’de olmak üzere – 13 Baptist kilisesi bulunan BWA, “terörizmi kesin olarak reddeden barış yolları” çağrısında bulundu. Ve “karmaşıklığın ortasında” “onarıcı adalet ve barış arayışını” teşvik etti.

Genel sekreter Elijah Brown BWA dua rehberini örnek olarak sundu.

“Barış elçileri olarak siyasi karşıtlık yaklaşımlarını vurgulamamamız gerektiğine inanarak, ortak bir angajman sesini modellemek için çalışmalıyız” diye konuştu.

NAE ayrıca İsrail’in kendini savunma hakkını da tanıdı. Ancak İsrail’i bunun ötesine geçerek “intikam almak” ve masum sivillere daha fazla acı çektirmek suretiyle kendi güvenliğini baltalaması konusunda da uyardı. WEA, şiddetin azaltılmasına yönelik tüm çabaları teşvik ederken, ilk cinayetlere sevinir gibi görünen gösteriler karşısında “şaşkınlığını” dile getirdi.

ERLC Başkanı Brent Leatherwood CT’ye verdiği demeçte, “Adil savaş doktrini, doğası gereği, masum sivillerin hedef alınmasının yasaklanması da dahil olmak üzere, savaşın nasıl yürütülebileceğine dair sınırlar içeren bir çerçeveye sahiptir” dedi. “Savunmasız sivillere yönelik kaygımızın sınırları yoktur, ancak bu çatışmada kimin hatalı olduğu konusunda net olmalıyız.”

NAE başkanı Walter Kim de Hristiyan geleneğine atıfta bulundu.

“Müjdecilerin çoğu, şiddeti dizginlerken adaletin peşinde koşmak için klasik adil savaş ilkelerine başvurur. İsrail, saldırılarını sürdüren Hamas’a karşı kendini savunma hakkına sahiptir” dedi. “Diğer adil savaş ilkeleri arasında adil niyet, sınırlı cezalandırma, uzun vadeli barış sağlama ve masumların korunması yer almaktadır.”

WEA’nın genel sekreteri Thomas Schirrmacher çoktan kararını verenlerden biriydi.

“İsrail hala meşru müdafaa parametresindedir” dedi. “Saldırganların açıkça ifade ettiği gibi, tüm Yahudileri öldürmek ve İsrail’i haritadan silmek istiyorlar.”

Hastane bombalamasında İsrail’in suçu olduğuna dair güçlü şüpheler olduğunu belirten Schirrmacher, Filistin Yönetimi tarafından yönetilen Batı Şeria’daki ve Hamas kontrolündeki Gazze’deki Filistinli liderleri “işleyen” bir devlet inşa edememekle suçladı. Hamas kendini terörizme adamışken, Gazze’de bu ikisi birbirini dışlıyor.

Bununla birlikte, tüm yorumların kişisel olarak sunulduğunu vurguladı. WEA, Kakish, Kopp ve İsrail’in Arap vatandaşlarına odaklanan ikinci bir bağlı kuruluş tarafından yönetilenler de dahil olmak üzere 173 ülkede ulusal ittifakları ve ortaklıkları temsil etmektedir.

Bölgesel Orta Doğu ve Kuzey Afrika ittifakının, antisemitizm tanımının ayrıntıları konusunda WEA’nın bölgesel Avrupa ittifakı ile anlaşmazlık içinde olduğunu, Azerbaycan’daki bir ittifakın ise Kafkasya ülkesinin tartışmalı bir bölgede Ermenilere yönelik insan hakları ihlallerini kınaması nedeniyle WEA tarafından sıkıştırıldığını söyledi.

Ayrıca aynı kurum Ukrayna ve Rusya’daki inananlar arasında da denge kurmaya çalışıyor.

Sağlanan yardım dengeli.

WEA, İsrail’deki ittifakı aracılığıyla Gazze sınırına yakın Aşdod ve Aşkelon’da barınaklar sağlamak için çalışıyor. Mısır’daki bağlı Nil Sinodu ile işbirliği yapılarak Refah sınır kapısında yardım sağlanacak. Filistin’deki ittifakıyla da Gazze’deki Anglikan hastanesinin yeniden inşası için nakdi destek sağlanacağı ifade edildi.

Schirrmacher, “Konuşmadan önce tüm tarafların görüşlerini alıyoruz,” dedi. “Bu, daha sonra gözden geçirilmesi gerekecek bir bildiriyi hızlı bir şekilde yayınlamaktansa yavaş ama barışa ve olumlu değişime daha iyi katkıda bulunabileceğimiz anlamına geliyor.”

Ermeni Müjdesel Kiliseler Birliği adına savaşla ilgili resmi bir yorumda bulunmayan Haidostian, “Açıklama yapmak kilisenin en kritik görevi değildir,” dedi. “Sadece güncel meseleler değil, barış, adalet ve tarihi meseleler hakkında eğitim vermek daha önemli bir görevdir.”

Ancak Arap Hristiyanların iki yönden kaygı duyduklarını söyledi.

İlk olarak, Batı’daki uluslararası ortaklarla güven ilişkisine başvurduklarını ve ana akım medya tarafından İsrail’e yönelik sık sık aktarılan “dengesiz ve koşulsuz olumlu” görüşe karşı çıktıklarını söyledi.

İkinci olarak da bölgedeki sorunlara karşın basit bir seyirci olmadıklarını göstermek. Haidostian, Müslümanlardan ya da Yahudilerden yerel baskı görebileceklerini kabul ediyor ve Hristiyan toplumunun azalan nüfus durumu karşısında sıklıkla varoluşsal bir umutsuzluk hissettiklerini ekliyor.

Ancak açıklamaları, Filistinliler gibi kendilerinin de bu toprakların gayrimeşru çocukları ya da bu topraklara yabancı olmadıklarını ortaya koyuyor.

Haidostian, “Arap Hristiyanlar da çoğu zaman mağdurdur,” dedi. “Onları tarafgirlikle suçlamak basitlik olur.”

Ermeni lider, mevcut çatışma hakkında güçlü bir görüşe sahip olsa da, Hristiyanları bölgeyi yekpare bir bütün olarak görmemeye çağırdı. İnananların İncil’deki İsrail’i modern devletle bir tutmamaya dikkat etmeleri gerektiğini, hükümet ve medya söylemlerinin inanç bağlılıklarını şekillendirmesine izin vermemeleri gerektiğini söyledi.

İsa bizden şimdi ne istiyor? diye sordu. Kutsal Topraklar Hristiyan inancının beşiği olsa da, Yuhanna 17’de İsa arzusunun çok daha öteye uzandığını açıkça belirtmiştir.

Haidostian, “Dünyanın herhangi bir yerindeki barış, başka bir yerdeki barışa bağlıdır” dedi. “Ve Orta Doğu’daki kilisenin canlılığı Mesih’in bedeninin küresel birliği için kritik öneme sahiptir.”

Jeremy Weber tarafından yapılan ek haber.

Antisemitik Şiddet ve Utanç Verici Savunusu

Hristiyan savaşın hem Filistinli hem de İsrailli tarafı konusunda duyarlı olmalıdır. Bunun anlamı da Yahudi nefretini aktif bir şekilde reddetmektir.

Bir protestocu Times meydanında “Filistin için” yapılan bir eylemde pankart taşıyor.

Bir protestocu Times meydanında “Filistin için” yapılan bir eylemde pankart taşıyor.

Christianity Today October 27, 2023
Hailey Swanson / AP Images

Hamas’ın İsrail’de gerçekleştirdiği Simchat Torah katliamlarından bir gün sonra Times Meydanı’nda Amerika Demokratik Sosyalistleri tarafından düzenlenen bir mitingde kalabalıklar bir araya geldi. Bir konuşmacı “Direnişimiz yasadışı yerleşimlere saldırdı,” diye bağırdı, “ve sömürge sınırlarını paraşütle geçti.”

Kalabalık coşkulu tezahüratlarla karşılık verdi.

Bu, teröristlerin İsrail şehirlerine, kibbutzimlere (ilerici, komüniteryen tarım köyleri) ve bir açık hava müzik festivaline yönelik çok cepheli saldırılarının özürsüz bir kutlamasıydı. Hamas üyeleri 1400’den fazla İsrailliyi öldürdü, binlercesine tecavüz etti, işkence etti ve yaraladı, 200 kadarını da kaçırdı. Kurbanların çoğu sivildi ve birçoğu çocuk, yaşlı ya da bebekti. Büyük çoğunluğu Yahudiydi.

Times Meydanı’ndaki toplantı Hamas yanlısı aktivizmin münferit bir örneği değildi. Hamas yanlısı gösteriler Black Lives Matter’ın Chicago şubesi ve Long Beach’teki California Eyalet Üniversitesi ve Louisville Üniversitesi’nde Filistin’de Adalet için Öğrenciler tarafından da düzenlendi ve her biri tanıtım materyallerinde yamaç paraşütü görüntülerine yer verdi- bu görüntüler genel olarak Filistin davasına değil, Hamas’ın binlerce İsrailli masuma yönelik bu özel saldırısına atıfta bulunuyordu.

Bu kampüs gruplarının üst kuruluşu Hamas’ın ilk saldırısını “Filistin direnişi için tarihi bir zafer” olarak nitelendirdi ve üyelerini sadece toplanmakla kalmayıp “zalimlerle silahlı çatışmayı” düşünmeye teşvik etti.

Bu savaş henüz ilk günlerinde. Gerçeği yalandan ayırmak ve destekçileri tarafından yanıltıcı bir şekilde ezilenlerin savunulması olarak lanse edilen bu tür bir aktivizmin neden yanlış olduğunu tam olarak anlamak zor olabilir. Ancak bu anın çağrıştırdığı karanlık tarihi bilirsek daha net bir ahlaki vizyona sahip oluruz.

Vicdanın nasıl olup da böylesine korkunç bir şiddeti meşrulaştıracak ve hatta kutlayacak kadar çarpıtılabildiğini merak edebiliriz. Dürüst olmak gerekirse, İsrailliler ve Filistinliler arasındaki belirgin güç farkının bu tepkinin bir kısmını şekillendirdiğini düşünüyorum. Hiç şüphesiz (Yahudi gazeteci Bari Weiss’ın geçen hafta belirttiği gibi) kampüslerdeki tutarsız ideoloji de bunun önemli bir kısmını oluşturuyor. Ancak bu tepkilerin en azından bir kısmının ardındaki daha ince, daha evrensel bir başka nedeni de görmezden gelemeyiz: antisemitizm.

Antisemitizmin, İsrailoğullarının Firavun tarafından köleleştirildiği (Çık. 1:9-10) ve daha sonra Amalekliler tarafından yok edildiği (Çık. 17:8-9) Mısır’dan Çıkış kadar eski bir geçmişi vardır. Yahudilere Yahudi oldukları için -asimile olmayı reddettikleri için- duyulan nefret Ester kitabının merkezinde yer alır ve Asur ve Roma yönetimi altında da yaygınlığını korumuştur. Aynı antisemitizm, M.S. 70 yılında başarısız bir Yahudi isyanından sonra Romalılar Kudüs’ü yağmaladığında da bir faktördü ve Yahudileri Yahudiye’den Orta Doğu, Afrika, Rusya ve Avrupa’ya dağılmaya zorladı.

Yüzyıllar boyunca Yahudiler asimilasyona direnmeye devam etmiş, farklı dini uygulamalarını, dillerini ve geleneklerini günümüze kadar korumuş ve geliştirmişlerdir. Yazar Walker Percy’nin bir zamanlar tanımladığı gibi, Yahudi halkının direnci bir tür tarihi mucizedir:

New York’ta, New Orleans’ta, Paris’te ya da Melbourne’da bir Yahudi ile karşılaşıldığında, kimsenin bu olayı dikkate değer bulmaması dikkat çekicidir. Onların burada ne işi var? Ama bunu merak etmek daha da dikkat çekicidir: Eğer burada Yahudiler varsa, neden Hititler yok? Hititler nerede? Bana New York’ta bir tane Hititli gösterin.

Ancak aynı direnç ve asimilasyona karşı direniş, güvensizlik ve nefret konusu olmaya devam ediyor- ve artık o eski antisemitizmden daha fazlası da var.

Bazı açılardan bu şaşırtıcı değildir. Biyologların da belirttiği gibi, yabancılar hakkında endişe duymaya yatkınız çünkü onları farklı kılan şey -dilleri ve sosyal alışkanlıkları- beynimizde bir uyarıyı tetikliyor ve kıt kaynaklar için onlarla rekabet halinde olabileceğimizi söylüyor.

Ancak Hıristiyanlar olarak bu dürtüye direnmemiz gerekir. Kutsal Kitap’ta her iki Ahit’te de yer alan bir öğüt bizi komşularımızı sevmeye ve yabancılarla ilgilenmeye çağırır (örneğin, Yasa’nın Tekrarı 1:16, Matta 25:35). Bunun (düşmüş) insan doğamıza ters düştüğü, Hıristiyanların yabancıları sevmekten kaçınmak için ürettikleri tüm nedenlerde açıkça görülmektedir. Ne yazık ki, Yahudi halkına yönelik tarihi muamelemiz bunun bir örneğidir.

Hıristiyanlık öncelikle Yahudi bir adamı Tanrı’nın Oğlu olarak tanıyan Yahudi erkek ve kadınlar tarafından kurulmuştur. Yahudi kutsal kitaplarını okudular ve birçoğu Yahudi dini uygulamalarını takip etmeye devam etti.

Yine de dördüncü yüzyıla gelindiğinde, Hıristiyanlığın Yahudi kökenleri, Yahudileri “Mesih’in iğrenç katilleri” olarak adlandıran Milanolu Ambrose gibi kilise liderlerinin aşağılamasıyla gölgede kalmıştır. Hıristiyanların Yahudi halkından intikam almaktan “asla vazgeçmemeleri” gerektiğini söyleyen Ambrose, “Tanrı’nın Yahudilerden her zaman nefret ettiğini” öne sürecek kadar ileri gitti.

Tüm bu iddialar antisemitik yalanlardır. Aynı zamanda Mesih karşıtıdırlar. Eski Ahit’in tamamı Tanrı’nın düşmüş bir dünyada çağrılmış bir kavim olarak İsrail’e olan sevgisiyle ilgilidir ve Pavlus Romalılar 9’da Tanrı’nın İsrail’e olan sevgisinin Mesih’te “yeni bir İsrail” doğarken bile kesintisiz olduğunu açıkça belirtmektedir.

Yahudilerin İsa’yı “öldürdüğü” iddiası da Mesih’in şu sözlerine doğrudan ters düşmektedir: “Kimse benim canımı benden alamaz. Ben onu gönüllü olarak feda ediyorum. Çünkü istediğim zaman onu bırakma ve tekrar alma yetkisine sahibim. Çünkü Babam böyle buyurdu” (Yuhanna 10:18, NLT). Yahudilerin İsa’yı “öldürdüğünü” söylemek İsa’ya yalancı demek anlamına gelir.

Ancak yalanlar baştan çıkarıcıdır, özellikle de kaygı ya da korkuyu hafifletmeye hizmet ettiklerinde. “İsa’yı Yahudiler öldürdü” şeklindeki kinaye, Yahudi komşulara karşı düşmanlığı haklı çıkaracak bir gerekçe olarak yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüştür. Tarih boyunca toplumsal çalkantıların yaşandığı dönemlerde Yahudiler düzenli olarak günah keçisi olarak gösterilmiş, siyasi istikrarsızlıktan Kara Ölüm’e kadar her şeyden sorumlu tutulmuşlardır.

19. yüzyılda, tarihi olayları anlamak için kullanılan mercek Hıristiyan hikayesinden Darwinizm ve tarihin insan güdümlü ilerlemesi gibi yeni fikirlere kaydı. Ancak bu antisemitizmi azaltmadı; sadece şeklini değiştirdi. Batı antisemitizmi, tarihsel ve Hıristiyan esintiler yerine “bilimsel” bir havaya büründü.

Yeni retorik Yahudileri diğer uluslarla rekabet eden ve onlardan çalan yabancı bir ırk olarak çerçeveledi. “Yahudi sorunu” (bilinen adıyla), Yahudilere eşit vatandaşlar olarak bir yer sunmak istemeyen Avrupa uluslarının ortak kaygısıydı.

Bu retorik 20. yüzyılda yoğunlaştı ve Naziler Yahudileri bir “hastalık” ve “haşarat” olarak çerçevelemek için yüzyılların antisemitik tarihini temel aldı. Nazi antisemitizmi ne kadar derin ve aşağılık olursa olsun, Nazi Almanyası’nın fethettiği ya da müttefik olduğu Polonya, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin Yahudilere karşı neredeyse evrensel tepkisinin işbirliği olduğunu belirtmek korkunç ama bir o kadar da önemlidir.

Bu yerlerin çoğunda Yahudiler yerel yetkililer tarafından toplandı, malları ve toprakları ellerinden alındı, gettolara kapatıldı ve trenlere doldurulup ölüm kamplarına gönderilinceye kadar gözaltında tutuldu. Naziler bunu, “Yahudi Sorununa Nihai Çözüm” olarak lanse etti.

Bu hafta İsrail’de akıl almaz dehşet görüntülerini izledikçe -Yahudiler işkence gördü ve diri diri yakıldı, ebeveynler çocuklarının ölümünü izlemek zorunda kaldı- bu tarih her zamanki gibi güncelliğini koruyor. İsrail kısmen tam da bu dehşetleri önlemek için var. Bunların tekrar yaşanması ve Batı’da bazılarının buna üzüntü ya da sevinçle karşılık vermesi, derin bir ahlaki çürümenin işaretidir.

Şu anda kullandığımız dil önemlidir. Nazi propagandacıları Yahudileri yok edilmesi gereken “haşarat” olarak adlandırmadan önce, onlara yabancılar deniyor ve vatansız bırakılıyorlardı; dünyada bir yerleri yoktu. Hamas yanlısı protestocular “Nehirden denize, Filistin özgür olacak” diye slogan attıklarında, sıradan Filistinlilerin kötü durumunu savunmadıklarını anlamalıyız. Yahudi devletinin ortadan kaldırılması ve dolaylı olarak İsrailli Yahudilere yönelik şiddet çağrısında bulunuyorlar. Hamas’ın ideolojik müttefikleri 100 yıllık kibbutzimlerde yaşayan İsrail vatandaşlarını “sömürgeciler” ya da “beyaz yerleşimciler” olarak adlandırdıklarında, Yahudilerin bu topraklarla hiçbir haklı tarihi bağı olmayan yabancılar olduğunu ima etmiş oluyorlar. Bu her zamanki gibi yabancılaştırıcı bir antisemitizm.

İtiraf etmeliyim ki, beni en çok yamaç paraşütü ikonografisi rahatsız etti. Bu, (diğer yerlerin yanı sıra) 260’tan fazla genç İsraillinin -çoğunluğu Yahudi- barış davasını kutlamak için bir araya gelirken öldürüldüğü müzik festivaline saldırmak için kullanılan yöntemdi. Açık alanlarda katledildiler. Kadınlar arkadaşlarının cesetlerinin yanında tecavüze uğradı ve bilinmeyen dehşetleri beklemek üzere Gazze’ye kaçırıldı. Yamaç paraşütçülerini bu suçlarla ilişkilendirmeliyiz, tıpkı Nazi’leri dumanlar tüten krematoryumlarla, toplu mezarlarla ve odun gibi istiflenmiş cesetlerle ilişkilendirdiğimiz gibi. Yamaç paraşütü ile protesto pankartı taşımak, gamalı haç sallamak gibidir.

İsrailli masumların katledilmesinden dehşete düşmek, Filistin halkının çektiği acıları inkar etmeyi gerektirmez. Filistinli masumları önemsemek de antisemitizmin ve Hamas’ın dehşetine karşı soğuk ya da hissiz olmayı gerektirmez. Şiddeti körükleyen, aşırı sağcıları yücelten ve uluslararası hukuk ihlallerini mazur gören İsrailli liderlerden hesap vermelerini talep ederken Hamas’ı kınayabiliriz. Aslında Hıristiyanlar, tüm adaletsizliklere karşı çıkma ve hem İsrailli hem de Filistinli mağdurlarla ilgilenme konusundaki istekliliğimizle öne çıkmalıdır.

Bu, Filistinlilerin İsrail hükümetinin yanı sıra Mısır, Ürdün, İran, Lübnan, Suriye ve Suudi Arabistan gibi komşu devletler ile Hamas ve Filistin Yönetimi tarafından büyük haksızlıklara uğradığını anlamayı içerirken, antisemitizmin aktif olarak reddedilmesini de içermelidir.

Yahudi bir arkadaşımın saldırılardan kısa bir süre sonra bana söylediği gibi, “Hepimiz neyin geldiğini biliyoruz. İnsanlar bugün dehşete kapılmış durumda. Yarın, insanların yüzyıllardır yaptığını yapacaklar. Yahudileri suçlayacaklar. Bu sadece bir zaman meselesi.”

Books
Review

Yirminci Yüzyıl Teolojisinde Üçlübirlik’le İlgili Önemli Bir Konu Gözden Kaçırıldı

Baba, Oğul ve Ruh’un aralarında “iş” bölümü yapmadan bir olarak hareket ettiği öğretisini yeniden kazanmanın zamanı artık geldi.

Christianity Today July 12, 2023
Illustration by Rick Szuecs / Source image: Wikimedi Commons

Kilise tarihinde kilise babalarımız en önemli inanç bildirgelerinden (en önemli inanç bildirgesi ifadesi tartışılabilir) birini –İznik İnanç Bildirgesi’ni– savunduklarında Kutsal Kitap’a ve geleneksel imana dayanan Üçlübirlik doktrininin ve kilisenin tehlikede olduğuna inanıyorlardı.

The Same God Who Works All Things: Inseparable Operations in Trinitarian Theology

Savunmalarını yerine oturtmaya gayret ederlerken sapkınlıkla mücadelede kesinlikle elzem olan pek çok kilit inanç belirlediler. Bunlardan biri, ünlü Latince opera Trinitatis ad extra indivisa sunt ifadesinde özetlenen bir inanış olan “ayrışmaz işleyişler”di. Üçlübirlik’in –yaratılıştan kurtuluşa kadar– işinin bölünemezliği demektir bu. Ya da Augustinus’un klasik De Trinitate kitabında çok açıkça söylediği gibi, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh birbirinden ayrışmaz olduğu için, ayrışmadan çalışırlar.” Baba, Oğul ve Ruh bir olarak çalışır, çünkü onlar birdir; özde, iradede, güçte ve yücelikte birdir.

Modernlik ortaya çıktı. Ayrışmaz işleyiş doktrini –geleneksel Hristiyan imanın ve tapınma düzeninin bir zamanlar ayrışmaz “kuralı”– sorgulanmaya başlamıştır; bazıları doktrinden uzaklaşmış, bazıları ciddi ölçüde değiştirmiştir. Teolog Adonis Vidu The Same God Who Works All Things: Inseparable Operations in Trinitarian Theology başlıklı çarpıcı yeni kitabında şu açıklamayı yapar: “Geçtiğimiz yüzyıl içinde bu kural Üçlübirlik dogmasının temelinin bir parçası olmaktan, en zayıf saldırıya açık noktalarından biriymiş gibi kaçınılan bir şey haline geldi.”

Ne oldu? Bu değişim neden önemli?

İznik Geleneğinden Ayrılış

Klasik İznik geleneğinde, Kutsal Yazı’nın Üçlübirlik’teki kişilerin birliğine ve aynı şekilde eşitliğine dair tanıklığı korunmaya çalışıldı. Bu gelenek kişileri kökenli ezeli ilişkilerine göre ayırt ederek tanımladı: Baba doğmadı, Oğul ezelde Baba’dan oldu, Ruh ezelde Baba’dan ve Oğul’dan çıktı (ya da “üflendi”).

Ancak bu “çıkmalar” (ya da kişisel özellikler) üç tanrı yaratmaz, çünkü İngiliz Püriten John Owen’ın dediği gibi, “tanrısal kişi yalnızca tanrısal özden ibarettir, kendine mahsus özellik nedeniyle varlığını kendine mahsus sürdürür.” Örneğin, kilise babaları Oğul’un ezelde Baba’dan olduğunu (Oğul’u Oğul olarak bir tek bu farklı kılar) söylemelerinin yanı sıra, Oğul’un Baba’nın özünden olduğunu da açıklığa kavuşturmayı unutmadılar. Hristiyanlığın ilk dönem Hristiyan savunmacısı Şamlı Yuhanna’nın belirttiği gibi, Üçlübirlik “kusurlu üç öğeden oluşmuş mükemmel bir birleşik doğa değildir, üç mükemmel kişilikte … var olan tek bir basit özdür.” Bu “basit” (ya da basitlik) kelimesi önemlidir, kiliseyi Üçlübirlik’i üç ayrı parçanın –büyük küçük ya da ast üst bireylerin– derlemesine dönüştürmekten korur.

20. yüzyılda İzmit geleneğinden ayrılan teologlar Üçlübirlik’i insan toplumuna benzer şekilde ayrı özneler topluluğu olarak tanımlamaya başladıklarında her şey değişti. Colin Gunton, şaşırtıcı bir ifadesinde yeni düşünceyi şöyle açıkladı: “Bu durumda, insan olmak tanrısal kişi olmakla aynıdır ve dolayısıyla, yaratan düzeyinde de, yaratılan düzeyinde de kelime aynı anlama gelir.”

Vidu, sosyal üçlübirlikçilik denen şeyin ortaya çıkmasıyla birlikte, tanrısal kişiler her biri kendi bilinçliliğinin ve iradesinin merkeziymiş, ayrı bir bireysel kendilikmiş gibi yeniden tanımlandı, açıklamasını yapar. Hristiyan filozof Richard Swinburne üç bireyden oluşan bir Üçlübirlik bile önermiştir. Vidu’nun araştırması açıklayıcıdır: Modern teologlar ayrışmaz işleyişlere yer vermeyi sürdürdülerse de, Üçlübirlik’in yaratılıştaki ve kurtuluştaki birliğini ya ortak bir girişim ya da iş bölümü olarak tanımladılar. Ama bazı durumlarda doktrin tümüyle bir kenara atıldı, çünkü sosyal üçlübirlikçiliğin kişilerin bireyliğini vurgulamasıyla örtüşmüyordu.

Bunların hiçbiri Vidu’nun aklına yatmaz. Benim anladığım kadarıyla, Vidu’nun teolojik kaygısı oldukça makul. Vidu modern teolojinin bu ayrışmaz işleyişe dair çekirdek inanışı hem yanlış anladığı hem de kötüye kullandığı sonucuna vardığında bir şeyler yakalar. Şunları yazar: “Üçlübirlik’in içkin hayatında üç ayrı öznesi bulunduğunu, her birinin farklı iradesi, farklı bilgisi ve başkalarına karşı farklı sevgisi olduğunu göstermez bu”; modern teologlar böyle varsayarlar. “Aksine, esas tanrısal neden sonuç ilişkisinde gerçek ve indirgenemez ayrımlar elde edildiğini, kişileri birbirinden ayıran ve tanımlayan ancak tözlerini asla ayırmayan kalıcı ilişkilerin olduğunu gösterir.”

Bu son ifade, “ancak tözlerini asla ayırmayan”, gözden kaçırılmamalı. Vidu ne öne sürüyor? Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’u ayrı iradelere sahip ayrı aracılar olarak ele alıp eylemde birliklerini ortak girişim olarak açıklayarak, kişilerin ortak tanrısal tözlerini karşı karşıya getirdik. Bu durumda, son dönemlerde triteizm (üç tanrı) suçlamasının yöneltilmesinde şaşılacak ne var?

Vidu üç kişinin sosyal tanımının, aralarındaki bir ast üst ilişkisine ne kadar kolay dönüştüğü konusunda da uyarır. İznik İnanç Bildirgesinde Oğul’un Baba’nın astı olduğu fikri açıkça reddedilmiştir; örneğin, İsa “gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı”, “Baba’yla aynı özden” olmuştur tanımı yapılır. Ama belli başlı pek çok müjdesel imanlı onlarca yıldan beri sanki Baba’nın yetkisi ve yüceliği Oğul’dan daha üstmüş gibi bir astlık yaratmaya çalışmaktadırlar.

Modern teolojiden sandığımızdan daha çok etkilendiğimizi çarpıcı bir biçimde anımsatır bu. Oğul ontolojik olarak Baba’ya eşittir ama işlev olarak asttır demek akıllıca gelse de, bu asılsız ikiliği fark edip iç yüzünü iyi anlamalıyız. Vidu’nun gözlemleriyle açıklığa kavuşturduğu gibi, “Tanrısal kişi başka, tanrısal töz başka değildir. Aksine, tanrısal kişilerin her birinin tözü aynıdır, ama özel ve indirgenemeyen ilişki içinde.”

Vidu haklıysa ayrışmayan işleyişin müjdesel teolojide geleceği olabilir. Ama önce biz, bireysel eylemler olmadığını, Baba, Oğul ve Ruh’un birlikte tek bir eylemde bulunduğunu kabul edersek.

Eylemde Birlik

Vidu’nun kitabının ana fikri uzun zamandır beklenen bir projedir: Ayrışmayan işleyiş doktrinini ve onunla birlikte Üçlübirlik’in birliği yendiden kazandırmaktır. Vidu İsa’nın beden alması dâhil pek çok emsal öne sürer. Oğul beden alırken tek başına mıydı? Ne yazık ki pek çok modern ve müjdeci teolog, sanki özel eylemler tek tek kişilere atfedilebilirmiş gibi, böyle söylüyor.

Vidu bizi uyarma işini Augustinus’a bırakır: ‘‘Üçlübirlik Mesih’in bedenini oluşturdu ama o beden sadece Mesih’e aitti.” Bir yandan, ayrışmaz işleyiş fikri doğruysa, bizim beden alma mucizesi dediğimiz “eylemi” Üçlübirlik bir bütün halde yapar. Öte yandan, beden alma “durumu” –insan doğasını alması – sadece Oğul’a aittir.

Çelişki değil bu. Üçlübirlik’in eyleminin tekilliği, paylaşılan ortak tanrısal özün tekilliğinden kaynaklanır. Yine de bir tek Oğul beden alır, çünkü her bir kişi kendisinin kökenle ezeli ilişkisine karşılık gelecek tarzda kurtuluş işini “üstlenir”. Oğul ezelde Baba’dan olduğundan Oğlu bizzat insan doğası almaya ve kurtarmaya göndermek Baba’ya uygundur. Ya da Vidu’nun çok net söylediği gibi, “kişilerin farklı işleri yoktur, aynı eylemin birliğinde farklı eylem tarzları vardır.”

Dolayısıyla, Vidu’nun öne sürdüğü gibi –Yaratılıştan İsa’nın beden almasına kadar – bir eylemin, “yarattığı (belli) sonuca” bakıp belli bir kişide “bittiğini” söyleyebilsek de, onun Üçlübirlik’in hepsinin eylemi olduğunu da kabul etmeliyiz. Vidu bu gizemi yakalamak için kitabının başından sonuna kadar bir örneği tekrarlar: “Tıpkı tüm mıknatısın yön verdiği ve belirgin olarak kutuplarından birine bitişen metal bir nesne gibi, İsa Mesih’in insan doğası, Oğul’un görevinin yaratılmış etkisi, tüm Üçlübirlik tarafından meydana getirilir ama yalnız ve yalnız Oğul’a bitiştirilir.”

Kitap Golgota’ya geldiğinde bu örnek ete kemiğe bürünür. Vidu, Mesih’in çarmıhta bizim yerimizi aldığı ve bizim günahlarımızın cezasını (ilahi yargı, sonsuz gazap) çektiği inanışı olan cezanın başkasının yerine kefaretiyle özdeşleşir. Bununla beraber, bazı savunucuların bu doktrini Tanrı’yı parçalara ayıran ifadelerle dile getirdiklerine hemen işaret eder. Tekrarlanan bir teoride Üçlübirlik’te Baba öfkeli halde resmedilir, Oğul’a seven rolü verilir. Başka bir teoride çarmıhın Baba’yı değiştirdiği, kutsallıktan sevgiye geçmeye teşvik ettiği yorumu yapılır. Belki hepsinden kötüsü, İsa’nın terk edilmişlik feryadının – “beni neden terk ettin?”– Üçlübirlik’in çarmıhta bölünmesi, tanrılığın parçalanması anlamına geldiğini iddia eden yorumdur. Vidu’nun ayrışmaz işleyişleri yeniden kazandırması gerekli bir düzeltmedir: Cezanın üstlenilmesi inanışının kendisinin çok kötü karikatürlerinden kaçma şans varsa, sal gazabın yatıştırılması gerçeğini korumak uğruna İznik’in ince ayrıntılarını uçup gitmesine yol açan tasvirlerden kaçınmasıyla mümkün olur.

Ne var ki bir eleştiri dile getirilmeli. Bir yandan, Vidu dürüst olduğu kadar da rahatlatıcıdır, Kefaret’i ayrışmayan işleyişin koruması dâhilinde ele almadığımız takdirde karşılaşacağımız yan zararı öngörür. Öte yandan, onun kitabının kefaret bölümünü bitirdiğim halde hâlâ açıklamalı yorum desteği görmedim. Mesih’in terk edilmişlik feryadı Üçlübirlik’te yaşanan bir ayrılma değilse, Mesih’in Mezmur 22:1’den yaptığı alıntı nasıl yorumlanmalı?

Vidu’nun ikna edici teolojik sunumu kanonik kategoriler dikkatle ele alınarak daha da geliştirilebilir. Örneğin, Pavlus Romalılar 5’te Mesih’i İkinci Adem varsayar. Birinci Adem gelecek kuşakları temsil ediyordu ama günahı mahkûmiyet getirdi. Yaratılış antlaşmasının çiğnenmesi evrenin lanetlenmesine yol açtı. Yeni Adem Mesih’se tam tersine tanrısızı temsil eder ama Tanrı’nın yasasına bağlılığı bizim aklanmamız olur. Bu açıdan bakınca, Çarmıh Üçlübirlik’in parçalanması değildir, Oğul’un başkalarının yerini alması ve Adem’in günahının lanetini, yasanın mahkûmiyetini üstlenmesidir. Yeşaya peygambere çok benzeyen Nazianzuslu Gregorios şunları yazmıştır: “[Mesih] kendisinde bizi temsil etmişti. Zira eskiden biz terk edilmiştik, hor görülmüştük ama şimdi acı çekemeyenin çektiği acılarla alınıp kurtarıldık. Keza bizim akılsızlığımızı ve günahlarımızı da benimsedi.”

Vidu Kutsal Kitap’ta tekrar edilen çeşitli temalara fazlaca yoğunlaşmaz. Yine de felsefi bir temel atarak bir fırsat penceresini bırakır. Hâlâ çiçek vermeye devam eden teolojik yorum ağacının bir meyvesi olan bu kanonik temaları İznik İnanç Bildirgesinin çerçevesine oturtmak için daha çok çalışma yapılmalıdır.

Derin Dogmatikler

The Same God Who Works All Things derin dogmatiklere şahane bir örnektir, bir zamanlar C.S. Lewis’in elinde kalemi olduğu sürece güncel ruhsal okuma kitaplarından bile daha çok keyif aldığını söylediği türdedir. Vidu kapsamlı ve inandırıcıdır. Suçlu çıkartıcı daha iyi bir kelime olabilir. Kitabı, okura ayrışmayan işleyiş fikrini ihmal ettiği ve açıkça yanlış kullandığı için ağıt yaktırır.

Ama Vidu’nun yolundan gidilirse, kilise onun tarihte kabul görmüş Üçlübirlik inanışına yeniden kazanmaya katılmaya yönelecektir. Üçlübirlik gibi önemli sonuçlar doğuran bir doktrini bir asır boyunca liberal bir projeyle denedikten sonra –evet, suç ortağı olarak müjdeci imanlılara hitap ediyorum– tarihte kabul görmüş iman mirasımızı geri kazanmanın zamanı gelmiştir. Ve –İznik yanlısı gelenekte doğrulandığı haliyle– ayrışmayan işleyiş bu tazelenme için doğru bir adımdır.

Editor’s note: What do you think of this translation? Want to see CT do more? Interested in helping us improve the quality and quantity? Share your feedback here.


You can also now follow our best articles on our Telegram channel. Come join us!

Die Bibel berichtet über Traumata. Aber ist sie auch über Traumata informiert?

Ein christlicher Berater über die Bedeutung der Heiligen Schrift – und die Hilfe, die wir über ihre Seiten hinaus finden.

Christianity Today May 8, 2023
Illustration by Mallory Rentsch / Source Images: Unsplash

Früher haben die Menschen es vermieden, über ihre Traumata zu sprechen, weil sie alte Wunden nicht wieder aufreißen oder ihre Verletzlichkeit nicht preisgeben wollten. Das ist jetzt anders. Überlebende berichten von schrecklichen Erlebnissen und bringen in alltäglichen Gesprächen gängige Begriffe rund um Traumata ein – sogar mit Fremden auf Twitter.

Diese Veränderung in der Art und Weise, wie wir über die schmerzhaften Dinge, die wir erlebt haben, sprechen, mag für einige unangenehm sein, insbesondere für diejenigen, die es nicht gewohnt sind, über die tiefgreifende Natur von Traumata nachzudenken. Aber die Psychologin Diane Langberg fasst gut zusammen, was wir als Christen wahrnehmen: “Trauma ist das Missionsfeld unserer Zeit”.

Als Berater und Seminarprofessor werde ich immer wieder gefragt, was es bedeutet, “traumainformiert” zu sein, da die Gesellschaft zunehmend anerkennt, dass traumatische Situationen dauerhafte Auswirkungen auf Menschen haben können. Überlebende sind an “traumainformierten” Therapeuten, Beratern und Materialien interessiert, weil dieser Begriff Hoffnung macht, dass es etwas geben könnte, was bei anderen Formen der Betreuung fehlte. Andere wohlmeinende Menschen finden den Begriff rätselhaft und fragen sich, ob es sich nur um ein Modewort handelt. Für Christen ergibt sich daraus schnell eine weitere Frage: Ist die Bibel über Traumata informiert?

Ich bin dankbar, dass die Männer und Frauen der Kirche diese Art von Fragen stellen. Als Christen wollen wir in erster Linie biblisch sein, und die Frage “Was hat die Bibel mit Trauma zu tun?” bewahrt uns davor, Trauma zu sehr oder zu wenig zu spiritualisieren.

Die Bibel berichtet von Traumata

Beginnen wir mit der Definition von Trauma. Es gibt breitere und engere Definitionen, die alle ihre Berechtigung haben, aber im Allgemeinen ist ein Trauma eine Reaktion auf den extremen Stress, der durch die Bedrohung eines schweren Schadens verursacht wird. Wenn jemand fragt, ob die Bibel diese Art von traumatischen Ereignissen anerkennt und aufzeichnet, wird schnell klar, dass die Seiten der Bibel mit allen Arten von Traumata beladen sind.

Wer kann die brutale sexuelle Gewalt vergessen, die Frauen wie Dina (Gen. 34) oder Tamar (2 Sam. 13) erlitten haben? Wer kann nicht das elterliche Entsetzen empfinden, wenn Säuglinge und Kleinkinder von machthungrigen, paranoiden Herrschern getötet werden (1. Mose 1-2, Matthäus 2)?

Davids intensive Wut strahlt aus Psalm 52, als er auf Doegs Ausrottung der Priester und ihrer Familien in Nob starrt (1 Sam. 22). Vielleicht am eindrucksvollsten ist die tiefe Trauer des Propheten in den Klageliedern, wenn er die verstümmelten Körper der Kinder sieht, die vor Hunger, den Schwertern der Feinde und dem unvorstellbaren Hunger ihrer Eltern gestorben sind.

Unser heiliges Buch ist voll von furchtbar unheiligen Dingen. Die Abgründe des menschlichen Leidens sind ihm nicht fremd, und das ist auch gut so. Wenn die Bibel nicht das tiefste, schwärzeste und gemeinste Leid, das Menschen widerfahren kann, erfassen würde, könnten wir nicht sicher sein, dass ihre wahren und kostbaren Verheißungen auch in solchen Situationen gelten. Es ist eine Sache, zu beteuern: “Der Herr ist mein Hirte”, wenn der Himmel hell ist und man in einer Kirche aus festem Stein und majestätischer Schönheit sitzt. Es ist eine andere Sache, dies zu bekräftigen, wenn man sich um ein Volk voller Frauen kümmert, die unter den Vergewaltigungen als Waffe durch eine grausame Armee gelitten haben (Klagelieder 5:11).

Aber Verheißungen wie “Ich werde euch nicht als Waisen zurücklassen” (Johannes 14,18) und “Auch wenn ich durch das finsterste Tal gehe … du bist bei mir” (Ps 23,4) stehen neben den düstersten und schrecklichsten menschlichen Situationen. Trauma ist keine Kategorie menschlicher Erfahrung, die jemanden außerhalb von Gottes Vision, Gottes Fürsorge und Gottes Verheißungen stellt. Es gibt nichts, was wir tun können, und nichts, was uns passieren kann, was uns jenseits des Horizonts von Gottes Hilfe stellt.

Wenn jemand jedoch fragt, ob die Bibel über Traumata informiert ist, dann fragt er sich, ob die Bibel alles sagt, was wir wissen müssen, um die bestmögliche Behandlung zu bieten. Es ist, als würden sie sagen: “Wir benutzen die Bibel, also sind wir automatisch traumainformiert.”

Obwohl die Bibel von und über traumatische Situationen spricht – uns zeigt, wie sich extremer Stress auf unseren Körper und unsere Seele auswirkt (Ps. 88) und uns die folgenden schönen Wahrheiten anbietet -, sagt sie uns nicht alles über Traumabehandlung. Das ist kein Vorwurf an die Aussagekraft der Heiligen Schrift. Es gibt viele Dinge, die wahr, wichtig und hilfreich sind – der Himmel ist blau, wir lächeln, wenn wir glücklich sind -, die auf ihren Seiten nicht erwähnt werden.

Die Bibel wurde nicht geschrieben, um ein umfassender Leitfaden für das gesamte menschliche Leben zu sein. Wie parallele Gleise existieren diese beiden Wahrheiten in Harmonie miteinander, in Anerkennung der wesentlichen Hilfe, die Gott durch die Heilige Schrift gibt und die nirgendwo sonst zu finden ist, und dass die Heilige Schrift nicht die einzige Quelle ist, die Gott uns zu Rate ziehen möchte, um unsere Verletzungen zu verstehen und zu heilen.

Es gibt hilfreiche traumainformierte Praktiken, die nicht in der Bibel stehen, von denen wir aber aus der Praxis und Forschung wissen, dass sie wahr und wirksam sind. Die Bibel erklärt nicht, wie rhythmisches Atmen uns bei Angstanfällen beruhigt. Sie geht nicht auf Erdungsübungen ein, wie etwa das Halten eines Eiswürfels, um unsere Sinne anzusprechen, anstatt uns von unseren Gefühlen zu distanzieren. Und es gibt kein Kapitel und keinen Vers, der uns sagt, wie Bewegung Depressionen und Lethargie bekämpfen kann.

Traumainformierte Jüngerschaft

Aber das Schweigen der Bibel zu solchen spezifischen Prozessen der Traumabehandlung ist nichts Schlechtes. Die Bibel spricht den Kern des Menschen an, das Herz. Sie bietet uns entscheidende Dinge, die wir nirgendwo anders finden können – die Benennung des Bösen als böse, den Trost des allmächtigen Gottes, die Wiederherstellung, die Kraft zur Bekämpfung der Sünde, die Gegenwart des Heiligen Geistes und tausend andere. Und die Bibel bestätigt und gibt uns die Möglichkeit, um zu sehen, wie Atemtechniken und all die anderen Dinge den Menschen helfen können, die aus Leib und Seele bestehen.

Ein Christ zu sein, der über Traumata informiert ist, erfordert eine tiefe und gründliche Kenntnis der Heiligen Schrift. Es erfordert auch anderes Wissen, das Gott uns durch die Beobachtung von uns selbst und der von ihm geschaffenen Welt gegeben hat. Traumainformiert zu sein ist kein Hinweis auf auf die Überempfindlichkeit einer “Schneeflocken”-Generation. Vielmehr beruht es auf der Erkenntnis, dass Wunden tief einschneiden und manche Wunden verletzender sind als andere. Versetzen Sie sich in die Lage von jemandem, der von seinem Jugendpfarrer missbraucht, ausgebeutet, beschuldigt und bedroht wurde. Wie ist es für sie, ihre eigenen Kinder in die Jugendgruppe zu schicken? Oder stellen Sie sich einen Veteranen vor, der dazu neigt, ein starkes Gefühl der Bedrohung zu empfinden, wenn er von lauten Geräuschen umgeben ist. Wie ist es für sie, wenn die Gemeinde den Refrain eines Kirchenliedes mit Begeisterung mitsingt?

Gott hat in beiden Situationen durch sein Wort viel zu sagen. Und sein Wort könnte auch in einer Weise verwendet werden, die den eigentlichen Kampf in der Erfahrung eines jeden Menschen umgeht. Worte wie “Die Liebe glaubt alles” oder “Verlasst die Versammlung nicht” sind sicherlich wahr; doch der Schaden, der durch ein vergangenes Trauma entstanden ist, erzeugt einen Sog, der die Anwendung dieser einfachen Grundsätze viel schwieriger macht. Über Traumata informiert zu sein, bedeutet nicht, dass Gottes Wort durch die Kämpfe des Lebens irgendwie verdrängt wird; es bedeutet vielmehr, dass diese Lebenskämpfe für den Prozess der Nachfolge von großer Bedeutung sind.

Als Christen haben wir etwas, was sonst niemand hat, wenn wir traumainformierte Beratung anbieten. Wir haben einen Gott, der Leben bringen kann, wo es keines gibt. Wir haben einen Gott, der Sinn und Hoffnung anbietet, wo es keine gibt. Wir haben einen Gott, der aus Asche Schönheit macht. Er hat uns sein Wort und seine Werkzeuge gegeben, um dieses riesige Missionsfeld zu betreten. Und wir, seine Botschafter, zeigen seine Vortrefflichkeit und Güte, indem wir die bestmögliche Form der Traumabehandlung anbieten.

Nate Brooks ist Assistenzprofessor für christliche Seelsorge am Reformed Theological Seminary, Charlotte, und Berater bei Courage Christian Counseling. Er lebt mit seiner Frau und seinen drei Kindern in der Stadt Charlotte.

Editor’s note: What do you think of this translation? Want to see CT do more? Interested in helping us improve the quality and quantity? Share your feedback here.

Osam principa za razmatranje prije napuštanja (nekad) voljene crkve

Napuštanje crkve je teško. Nemoj ga otežavati čineći to na krivi način.

Christianity Today January 4, 2023
Mantas Hesthaven / Unsplash

Teško je napustiti crkvu koju si volio i možda još uvijek voliš.

U svojim ranijim člancima iz pastorske sam perspektive pisao o tome kako je teško kad ljudi odu iz crkve u kojoj služiš kao pastor i o čemu treba razmisliti prije nego napustiš crkvu kojoj si bio pastor.

Bol zbog napuštanja crkve nije ograničena samo na pastore. Mnogi se članovi crkava suočavaju s vrlo teškom odlukom da li da se odvoje od crkve u koju su uložili velik dio svojih života. Ovdje ne govorim o „crkvenim skakavcima” (ljudima koji idu od crkve do crkve, nigdje se ne ugrađujući; op. prev.), vjernicima koji se dosađuju ili površnim vjernicima. Govorim o ljudima koji su se našli u situaciji koju nisu nikada očekivali – da razmišljaju o napuštanju crkve u kojoj su mislili ostati zauvijek.

Mnogi se članovi crkava suočavaju s vrlo teškom odlukom da li da se odvoje od crkve u koju su uložili velik dio svojih života.

Ako se suočavaš s tom dilemom, ovdje je osam principa koje trebaš razmotriti i koji će ti pomoći ili da napustiš crkvu na ispravan način ili da odlučiš ostati:

1. Najprije razgovaraj o tome

Ako razmišljaš o odlasku iz crkve, razgovaraj sa svojim crkvenim voditeljima i prijateljima iz crkve prije no što napraviš konačnu odluku.

Kao pastor imao sam dosta frustrirajućih razgovora s članovima crkve koji su već odlučili otići iz nje, a za vrijeme tih razgovora otkrio sam da su svoju odluku donijeli na temelju nesporazuma koji se mogao lako ispraviti da je stvar bila ranije iznesena na svjetlo. No, do trenutka kad sam ja za to saznao, oni su već bili jednom nogom izvan crkve i bilo je prekasno da promijene odluku.

S druge strane, imao sam neke teške ali konstruktivne razgovore s ljudima dok im je još razina frustracije bila niska i te smo mogli popraviti probleme, ispraviti nesporazume, preokrenuti smjer i zadržati dobre ljude u crkvi – često s novom svježinom i spremnošću za služenje.

Nisu to lagani razgovori. No ako je crkva dovoljno zdrava da su takvi razgovori mogući, dovoljno je zdrava da se za nju vrijedi boriti.

2. Otiđi zbog ispravnih razloga

Prije sam objavio članak pod naslovom „Sedam pogrešnih razloga da odeš iz svoje crkve” (7 Bad Reasons To Leave Your Church). Možda ćeš htjeti pročitati taj članak da vidiš jesu li tvoji razlozi bolji od onih koje sam ja naveo.

Nemam ovdje namjeru navoditi popis dobrih razloga za napuštanje crkve. To ostavljam da svatko odluči za sebe – po svojoj savjesti i uzimajući u obzir specifične okolnosti. Neki od tih razloga mogu uključivati crkvu koja ide prema nebiblijskoj teologiji, nezdravo vodstvo ili disfunkcionalne odnose.

3. Otiđi na čist i pristojan način

Ako je vrijeme da odeš iz crkve, učini to u ispravnom duhu. Bit će to bolje za svakoga, i za tebe i za ljude koje ostavljaš iza sebe.

Teško je kad dobri ljudi napuštaju crkvu koju vole. Još je teže (za sve strane) ako iza sebe ostave nered.

Teško je kad dobri ljudi napuštaju crkvu koju vole. Još je teže (za sve strane) ako iza sebe ostave nered.

Molim te, razgovaraj s ljudima koji trebaju znati što se događa (što može ili ne mora uključivati pastora, ovisno o veličini crkve ili okolnostima u vodstvu), no izbjegni ogovaranje i „rušenje mostova” iza sebe.

4. Nemoj prekidati zdrave kršćanske odnose

Ako si kroz dugi niz godina bio snažno uključen u crkvu, onda ona nije samo mjesto gdje sjediš sat vremena nedjeljom ujutro. Crkva čini veliki dio tvog duhovnog, društvenog, ekonomskog i emocionalnog života.

Sjeti se, crkva nije zgrada, denominacija ili institucija. To su ljudi koji vole Isusa i jedni druge.

Dakle, čak i ako moraš napustiti određenu zajednicu, nemoj učiniti grešku da se odvojiš od zdravih odnosa s vjernicima s kojima si prije išao u istu crkvu. Dok prolaziš kroz izazove pronalaženja novog crkvenog doma, ti će ti odnosi biti važniji no ikad.

Zadržavanje zdravih odnosa s drugim vjernicima vjerojatno je najvažniji pokazatelj toga hoćeš li ili nećeš pronaći novi zdravi crkveni dom ili ćeš se udaljiti od zajedništva s kršćanima, a možda čak i vjere, u potpunosti.

Trebamo jedni druge.

5. Ponovo otkrij Isusa

Sve više i više ljudi govori da ne napuštaju institucionalnu crkvu zbog toga što žele napustiti Isusa, već da bi ponovno pronašli Isusa.

Kao nekome tko je bio blagoslovljen da vodi slavljenje, služi na razne načine, pa i pastoralno, u zdravom crkvenom okruženju gotovo cijeli svoj život, to mi je istodobno i razumljivo i slama mi srce.

Bez obzira što si možda doživio od drugih kršćana ili u teškom crkvenom okruženju, nikad nemoj skinuti svoje oči s Isusa.

Ljudima koji su desetljećima bili predani životu u zajednici nisu uvijek „cvjetale ruže”, nego su naučili proći kroz teška vremena i ostati ukorijenjeni u Isusu.

Znam to jer sam i sam to proživio. Bio sam duboko povrijeđen kroz neka negativna iskustva u crkvi. No, ostao sam u Crkvi (ponekad mijenjajući zajednice, a ponekad ostajući na istom mjestu), ne zato što je Crkva savršena, već zato što trebam biti s drugima koji su poput mene nesavršeni ali nastoje slijediti Isusa.

6. Nemoj demonizirati svoju prošlu, niti idealizirati svoju novu crkvu

Kad odlaze u novu crkvu ljudi imaju tendenciju napraviti jednu od dvije greške. Prva greška je da izaberu crkvu koja je jednaka onoj koju su napustili. Druga greška je da izaberu crkvu koja je potpuno drugačija od one koju su napustili.

Nijedan od tih ekstrema nije zdrav.

Razumljivo je da netko izabere crkvu koja je potpuno drugačija od one koju je napustio. No ako u tome odeš predaleko, može ti se dogoditi da jednu grupu problema samo zamijeniš za drugu (za koju možda nisi ni znao da postoji).

S druge strane, ako je crkva koju si izabrao gotovo jednaka crkvi koju napuštaš, zašto ne ostaneš i ne središ stvari koje su ti bile problematične u „staroj” crkvi?

7. Nemoj se prebrzo ni presporo uključiti u služenje u drugoj crkvi

Predmet u pokretu ima tendenciju da ostane u pokretu, a zaposleni ljudi imaju tendenciju da ostanu zaposleni.

Predmet koji miruje ima tendenciju da ostane u stanju mirovanja, a zaposleni ljudi koji prestanu biti zaposleni, mogu potpuno stati, „zaglaviti se”.

Teško je tu napraviti ravnotežu.

Pazi da ne padneš niti u jednu od tih zamki. Nemoj „uskočiti” u prvu crkvu na koju naiđeš, idealizirati je, i onda se pretjerano angažirati u njoj. Uzmi si neko vrijeme da se odmoriš, obnoviš i razmisliš.

Nemoj napraviti grešku dopuštajući da vrijeme odmora postane navika lijenosti ili pak da dopustiš da vrijeme razmišljanja postane životni stil „filozofiranja”.

No, nemoj napraviti grešku dopuštajući da vrijeme odmora postane navika lijenosti ili pak da dopustiš da vrijeme razmišljanja postane životni stil „filozofiranja”.

8. Ponovo se poveži sa zdravom crkvom

Ovo bi mogla biti najveća opasnost koju sam vidio da se događa kad ljudi, koji su dugo bili članovi neke crkve, napuste tu crkvu.

Tako je lako ostati nepovezan. Ali i tako opasno.

Nije dovoljno reći: „Povremeno se družim s nekim svojim kršćanskim prijateljima.” Još manje je dovoljno gledati bogoslužja na internetu.

Bilo da je riječ o crkvi u crkvenoj zgradi, o kućnoj zajednici ili o sastajanju u nekom drugom obliku, ako želimo ostati duhovno zdravi i snažni, emotivno povezani i dozrijevati u svojoj vjeri, trebamo disati isti zrak koji udišu drugi vjernici iz naše crkve na redovnoj bazi.

Trebamo živjeti svoj crkveni život barem jednom tjedno i on treba uključivati kvalitetno vrijeme slavljenja, zajedništva, služenja i učeništva.

Sve manje od toga nije crkva. Sve više od toga je stvar osobnog izbora.

Mi trebamo Isusa.

Trebamo biti s drugima koji vole Isusa.

A drugi ljudi koji vole Isusa trebaju biti s tobom.

Apple PodcastsDown ArrowDown ArrowDown Arrowarrow_left_altLeft ArrowLeft ArrowRight ArrowRight ArrowRight Arrowarrow_up_altUp ArrowUp ArrowAvailable at Amazoncaret-downCloseCloseEmailEmailExpandExpandExternalExternalFacebookfacebook-squareGiftGiftGooglegoogleGoogle KeephamburgerInstagraminstagram-squareLinkLinklinkedin-squareListenListenListenChristianity TodayCT Creative Studio Logologo_orgMegaphoneMenuMenupausePinterestPlayPlayPocketPodcastRSSRSSSaveSaveSaveSearchSearchsearchSpotifyStitcherTelegramTable of ContentsTable of Contentstwitter-squareWhatsAppXYouTubeYouTube